31 Ocak 2012 Salı

Gözümde canlanır koskoca mazi ^^

Özlediğim şeyleri anlatayım mı ? Hep birlikte olmayı özledim. Bütün sevdiklerimin bir arada olduğu günleri özledim. "Sevdiklerim" diye bahsettiğim kişileri gerçekten sevdiğim günleri özledim. Onları özlemeyi özledim. Bana değer verdiklerini hissettiğim günleri özledim. Henüz hiçbir şeyin kirlenmediği, sayfaların bembeyaz olduğu günleri özledim. Eskiden hep birlikte gittiğimiz yerlere, tek başıma değilde onlarla gitmeyi özledim. Hep beraber film izlemeyi, eğlenmeyi, ağlamayı, gülmeyi özledim. 
Bide bıktığım şeyleri anlatıyım mı ? Hep birlikte olmamaktan bıktım. Bütün sevdiklerimin bir arada olduğu günlerin geride kalmasından bıktım. "Sevdiklerim" diye bahsettiğim kişileri gerçekten sevdiğim günlerin geçmiş olmasından sıkıldım. Onları özlemeyi özlemekten sıkıldım. Bana değer verdiklerini hissettiğim günleri özlemekten sıkıldım. Henüz hiçbir şeyin kirlenmediği, sayfaların bembeyaz olduğu günleri özlemekten sıkıldım. Eskiden hep birlikte gittiğimiz yerlere tek başıma değilde onlarla gitmeyi özlemekten sıkıldım. Hep beraber film izlemeyi, eğlenmeyi, ağlamayı ve gülmeyi özlemekten sıkıldım. O günlerin bir daha gelmeyecek olmasından ve sıkılmaktan sıkıldım. Kısacası özlemekten sıkıldım. Öyle işte. 


Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık...

_____________________________________


Anladım hayatmış mazinin adı,
Yıllara karışan her şey ses verir.
Hasretle doludur geçmişin yadı,
Mazinin elemi bile tatlıdır.


[Nazım Hikmet'ten alıntılar]

28 Ocak 2012 Cumartesi

Carpe Diem ^^

‎"  İki şey: aşk ve şiir; Mutsuzlukla beslenir biri,biri ona dönüşür. "


Ne güzel demiş Cemal Süreya. Üstat bunu yazarken ne düşündü bilmiyorum ama benim okurken yaptığım çıkarım; mutsuzluk ile beslenen şey aşktır ve git gide şiire dönüşür. "Mutlu aşk yoktur" ne de olsa değil mi ? Aşkın varlığı yada yokluğu önce kanıtlanması gereken tabi ama var olduğunu kabul ediyorum. Fakat mutlulukla uzaktan yakından alakası yok bence. Karşılıksız aşk mutlu etmez mesela. Aksine mutsuzluğun babasıdır. Tabi bu mutsuzluğa alışma süreci geçtikten sonra insan mutsuzluğundan mutlu olmaya başlar o ayrı mesele. Bir sürü örnek var. Bildiğimiz, bilmediğimiz, gördüğümüz yada görmediğimiz binlerce örnek.. Çevremizde olanlar, geçmişten bugüne kadar gelen efsaneler, onlar, bunlar,şunlar.. Mutlu aşk olduğuna inanmıyorum kısacası. Sanırım Cemal Süreya da inanmıyordu. Bu denli aşk insanı olup da nasıl mutlu aşk olduğuna inanmaz bir insan değil mi ? Yanlış. İnsan, bazen hayatını inanmadığı şeylere adayabilir. Gayette mutlu aşkın varlığına inanmayan bir insan aşk insanı olabilir. Çünkü aşka aşıktır. Varyansların hiçbir önemi yoktur onun için. Aşka aşık olmak karşılıksız aşk kategorisine girer diye düşünüyorum. Bir aşkta mutsuzluk verebilecek şeyler arasında ilk 5'e de girer sanırım. Bir münazarada,doğru olmadığı bariz bir şekilde ortada olan bir konuyu savunmak gibi bir şeydir bu. Genel yargılar o şeyin yanlış olduğunu gösterir. Ama kazanmak için bütün yargıları saf dışı bırakmak zorundadır onu savunan kişi. Karaya ak demek gibi bir şey. Bilirsin o karadır. Ama onun ak olduğunu savunabilirsin. Tamamen gidişat ile alakalıdır. Hangi yoldan, hangi fikirden gittiğin ile alakalıdır. Sonunda kazansan bile o genel yargı değişmez. Sadece bir tür sihirbazlık yapmış olursun. El çabukluğu, göz yanılması gibi.. Kalp yanılmasıdır buda. Bütün hareketleri,sözleri ve olabilecek bütün fiilleri, aslında doğrusunu bildiğin yanlışı savunmak için birleştirirsin. Bakış açısı artık sadece o şekildedir. Sonuç mu ? Münazarada kazanabiliriz ama aşkta hayır. Her zaman ödül yoktur bu çabaların sonunda. Konu aşksa, ödül mutluluktur zaten. Mutlu aşk yoktur demiştim,  değil mi ? :) 
Peki bu kaçınılmaz sondan sonra ne mi olur ? Şair oluruz. Filozof olma yolunda ilerleriz. Depresyona gireriz. Efesin sponsor olduğu, dumanlı ve bol müzikli bir hayat geçirmeye başlarız. Bu süreç ne kadar sürer bilinmez, bünye meselesi. Fakat bildiğim bir şey var ki; aşk şiire dönüşmeye başladığı zaman hayata tek bir pencereden bakılıyor. Bütün renkli, cıvıl cıvıl hayallerin solmaya başladığı, aydınlığın git gide kararmaya başladığı,teması yağmurlu bir sonbaharı andıran bir hayat başlıyor. İstenen tek şey şiir ve yazılarla acımızı biraz olsun hafifletmek ve haykırmak oluyor. Bu duyguları bir daha nasıl yaşayabiliriz diye düşünmek ve git gide ümidi yitirmek oluyor. 



Bazen vazgeçmek gerekir. 
Bugün için.
______________________________________

Gather ye rose-buds while ye may, 
Old Time is still a-flying: 
And this same flower that smiles today, 
Tomorrow will be dying. 

Une Belle Histoire **

Hiçbir şeyin önemi yok sanki hayatta.. Hiçbir acının kalıcılığı, hiçbir değerin geçiciliği, hiçbir karanlığın sabahı..
"Mutlu son yoktur, mutlu olsa son olmazdı" demişler. Aynen öyle işte. Ne önemi var ki o zaman bir şeylerin. Değeri var belki, evet.. ama önemi yok. Öyle hissediyorum işte, nasıl anlatsam. Önemli olmasına bir sebep yok. Yada önemli kılmaya gerek yok. Önemli kılmadığımız bir şey neden değerli olsun o zaman değil mi ? Değil işte.. Öyle olmaz. Bir şeylere ne kadar önem verirsek, o denli değerini kaybediyor çünkü. O yüzden bırakalım değerli olsun, önemli değil. Herhangi bir şeye önemli sıfatını verdiğimizde, zamanla birlikte müthiş bir oyun hazırlıyorlar bize karşı. Hayatın cilvesi dedikleri şeyden. Önem değer grafiği işte. Ters orantı. Her neyse.. Bir insan mesela.. İnsana önem vermek mi yoksa değer vermek mi daha iyi ? Yada daha önemli ? "Önemli" !! İster istemez kullanıyoruz işte. Bir şeylere bu sıfatı biçmek zorunda kalıyoruz. Ama aslında hiçbir şeyin önemi yok. Hayatımızda önemli şeyler değil değerli şeyler olmalı. Değer vermek zaten birinci sınıf bir şey. E bide işin içinde saygı, sevgi olduktan sonra önemli olmasının hiç gereği yok. Önem vermek telaş gibi sanki. Zorunluluk gibi. Sanki "to do" listesinde "checked" olmayı bekleyen, zorla yapılan bir iş gibi. Ama değer öyle mi ? İçten geliyor, böyle kalbim en derinlerinden. Kelimeler bile böyle hissettiriyor bana.
Ama değer vermekte zor bu devirde, çok dikkatle yapılması gereken bir şey. Önem verdikçe değerini kaybeden şeyler olduğu gibi , değer verdikçe önemini kaybeden o kadar çok şey var ki.. Ama gizli gizli değer verebiliriz. Telaşsız bir şeydir o. Sıkmadan, sıkılmadan, kaybetmeden, kazanmadan. Sadece değer vermek önem vermeye oranla daha kolaydır. O yüzden onu seçmeyi uygun görüyorum ben. O yüzden daha doğru geliyor bu bana. Mavi bir telaşla önem vermeye çalışmak yerine, mavi ve telaşsız bir değer daha güzel. 
İnsanın kokusu hep aynı mı kalırmış, şaşırdım!

"Bana baktın mavi ve telaşsız. Sustuk. Başka bir yaşamda başka bir mutlu son. Biz bunu hak etmiştik. Hikayemiz orada bir yerde, hep benimle duracak. Dayanabilmemin tek yolu bu çünkü."


Bonus Şarkı : Une Belle Histoire 


25 Ocak 2012 Çarşamba

- En güzel günlerimin üç mel'un adamı var *


En güzel günlerimin üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye,en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını..
yer yer tırnaklarımla kazıdım hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var:
Biri sensin,biri o,biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...Yazıyorsun..Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,insanın bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar beraber geçmiş günlerimiz var; senin ve benim en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim ebediyete ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,kızlarının körpe etini satan bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:günde on kaat,bir çift rugan pabuç,sıcak bir döşek ve üç yüz papellik rahat için...
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var:
Biri sensin, Biri o, biri ötekisi...

Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım, Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz, düşman bile değiliz.. 



[Nazım Hikmet Ran]


Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını,
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..


_____________________________________________

heyhat' gel zaman git zaman...


Ben yine bende bittim.

Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni. 
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. 
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim. 
Tıkandığım o an, 
elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte, 
aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.

Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.

Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde. 

Demiştim sana hatırlarsan:
"Önemli olan
'zamana bırakmak' değil,
'zamanla bırakmamak'tır..."
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır.

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...



[Nazım Hikmet Ran] 


Nazım baba n'aptın sen ya !

23 Ocak 2012 Pazartesi

Cemal Üstat konuşunca susup dinleyeceksin **


Kadınlar susarak gider... Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için. Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez. Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der. Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir. Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar. Bu yüzdendir, "konuşup derdini anlatma isteği", karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar. Sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır. Genellikle ne cevap alır? "Abuk sabuk konuşma!" Gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır. Yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisine ok gibi döneceğini bilemez. Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının. Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur. Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur


Kadın susarak gider! En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir. O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir. Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir. Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir. Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir. Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider. Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevişmeye çalışan kadın, artık o kadındır. Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir.


Cemal Süreya - Kadınlar Susarak Gider




Karşı cinsi,kendi cinsinden daha fazla anlayabilen yüce insan,büyük üstat Cemal Süreya ! 


_______________________________


Gitmek yenilmek değil, kazanmakta.. Gitmek, gitmektir işte.. Hepsi bu !

19 Ocak 2012 Perşembe

True Story ^^ :)

19.01.2012

Bu tarih kesinlikle dönüm noktası niteliği taşıyor. İlk uçağa binmem, ilk kez tatile gitmem ve ilk kez İstanbul dışına.. kısacası yaşadığım ilklerin tatilinden bu yana, ortada sıçan oynama düşüncesinin beni heyecanlandırdığı kadar heyecanlandıran bir şey olmamıştı. (My immortal introsunu çaldığım gün hariç dude :D ) Ta ki bu güne kadar. Hemde en umutsuz olduğum bu zaman dilimi içinde, tam anlamıyla bir mucize gibiydi. Hemen anlatayım;

Yaklaşık 3 gündür kar yağıyor. Pencereden baktığımda görebildiğim her yer yaklaşık 15cm. boyunda karla kaplı. Fakat eskiden olduğu gibi kar yağması beni pekte heyecanlandırmıyordu. Sadece dışarı bakıp, "güzel yağıyor" dememden ibaretti. Çünkü eskiden olduğu gibi, kar yağdığında tatil olacak bir okulum yok. Dışarı çıkıp kartopu oynayabileceğim yada hala o oyunların anılarını taşıdığım insanlar yok hayatımda. Ders çalışmak için çok yakın bir arkadaşın evine gitme süremiz boyunca yağıp, çalışmak üzere olduğumuz vize sınavının iptaline sebep olan bir kar değil çünkü bu. Deliler gibi sevinip, 3 gün boyunca evden çıkmadan miskinlik yapıp, hep beraber kartopu oynayamayız artık. Hepsi geride kaldı. O yüzden kar yağması beni sadece hüzünlendirmişti. Sürekli bu anıları aklıma getirip üzülmeme sebep oldu. Zaten bozuk olan psikolojime hiç yararı olduğunu söylemem. Ama daha sonra öyle bir şey oldu ki.. Gecenin 4'ünde sigara içmek için dışarı çıktım. Biraz da üşümek istiyordum. Sonra birden kar yağmaya başladı. Lapa lapa kar. Bahçede ki İngiltere sokaklarını andıran ışıkların altında o kadar muhteşem bir manzara oluştu ki.. Kartpostal gibi bir manzaraydı. Daha sonra bahçedeki iki köpeğimizin havladığını fark ettim. Alman kurdu oldukları için, onların en sevdiği mevsim ve deli gibi koşuşturmak istiyorlar. Kafeslerini açtım ve bütün bahçede hoplaya zıplaya koşmaya başladılar. Aynı anda telefonumdan müzik açtım oturup köpekleri izledim. Daha sonra 10 yıldır bizimle yaşayan köpeğimiz Bady, birden üstüme atlayıp beni karın içine gömdü. Delirmiş gibi oynuyordu. Suratımı yalamaya çalıştı, ben kalkmaya çalıştıkça tekrar düşürdü. Aynı 10 yıl önce, aynı karlı bahçede hatta aynı ağacın orada olduğu gibi. Bu ara çok fazla tesadüfi şeyler yaşıyorum ama bu çok başkaydı. Bady de bende 10 yaş büyüdük. Çok şey değişti bu 10 yılda. Aynı son 1 yılda değişen ve değişmeyen onca şeyde olduğu gibi. Ama bu 10 yılda değişmeyen bir an yaşıyordum ve gerçekten başıma gelebilecek en güzel şeydi sanki. Köpeğimin gece 4'te karın üstünde benimle oynaması mı ? Hayır, öyle değil. Hala yağan karın altında eğlenceli bir şeyler yapılabileceği yada içimde o coşkuyu hissedebildiğim zaman o özlediğim insan olabileceğim gerçeği.. O kadar güzel ki. Sanki hala 10 yaşında, köpek tarafından öldürülmekten korkan küçük kız gibiydim. Korkuyordum ama oynamak çok eğlenceliydi. O riski almaya değerdi. Her zamanda o riski aldım. Şimdi bady'nin ısırmasından korkmuyorum. Ama korktuğum daha büyük şeyler var gibi. Fakat yinede, oyun bu en nihayetinde.. Riskli olması eğlenceli olduğu gerçeğini değiştirmiyor. (Peki ya tam bu cümleyi yazarken çalan şarkı "Keşke oyunlar oynamasaydık?!!" You gotta be kidding me, right? Neyse.. )

Bu gece olan şey, her insanın başına her an gelebilecek en basit şeylerden biri belkide. Yada köpeklerle oynamayı seven insanların diyelim. Çok sıradan bir şeydi. Ama benim için değil. Yada günlerdir umutsuzca beklediğim işaretti bu. Kendimi hayata döndürme çabalarımın somut haliydi, bilmiyorum. Hiçbir şeyi planlamadım ve öylece oluverdi. Sanırım evren de beni kendime getirmeye çalışıyor. Thanks universe, thanks bady, thanks snow..

O değilde bu mudur yani ? Tekrar yaşıyor gibi hissetmeme neden olan şeyler: "Köpek, kar, müzik" Gerçekten sorunlarım var. Sorunluyken de çekilmem sorunsuzken de. Damn.


18 Ocak 2012 Çarşamba

-di'li geçememiş zaman**

Evet, tam bir sene oldu. Bu şarkının aklıma tamda bugün gelmesi çok tuhaf değil mi ? Diğer bütün rastlantılar gibi.. Bilinçaltım mı yapıyor bunu bana bir türlü anlam veremiyorum. Ama hayır, bilinçaltım olamaz. Çünkü tarihleri pek önemsemem, daha fazla önem verdiğim bir şeyler varsa. Şarkı diyorduk, evet. Mimoza çiçeğim.

2011 yılının gün ve saat olarak tam bu zamanı aynı şarkıyı dinleyerek sarhoş olmuş ve ellerimi kesmiştim. Gurur duyduğum bir şey değil tabi ki.. Ama bir sene geçmiş olmasına rağmen hala aynı olmam beni gerçekten strese sokuyor. Peki ya tesadüfen, tam 1 sene arayla, uyguladığım kişisel gelişim testini bulmam ? Tam 1 sene sonra aynı günde.. ve onda da her şey tamamen aynı kalmış. Yine aynı berbat haldeyim. İkisinde de. Bu kadar çok şey yaşanmış ve değişmiş olmasına rağmen neden hala bir şeyler değişmiyor ? Neden ben hala, artık hiç bir sebebim kalmamasına rağmen "Mimoza Çiçeğim" şarkısını dinlerken gözyaşlarıma hakim olamıyorum ? Neden hala kişisel gelişim testlerindeki soruların hiç birine nasıl cevap verileceğini bilmiyorum ? Yada verdiğim tüm o saçma cevaplar neden hala aynı ? Bu sonu gelmeyen boşluğun başladığı yere mi gitmeliyim, bütün çözüm orası mı ? Yoksa bu boşluğu tamamen görmezden gelip, üstüne bir şeyler mi örtmeliyim ? Hala bilmiyorum.. Hala sarhoş kafayla aynı şarkıyı dinleyip, hayatının nereye gittiğini bilmeyen ve ne yapması gerektiği hakkında hiç bir fikri olmayan o çaresiz kişiyim. Neyse ki tek bir fark var. Ellerimi kesemeyecek kadar çok seviyorum artık. Bu sevme olayı bile, eskiden asla sahip olmak istemediğim o büyük egoyu anımsatıyor.. ve evet, ne yazık ki artık ona sahibim sanırım. Bu ego, inat ve tüm saçma diğer şeyler nereden geldi ? Daha da önemlisi nasıl gidecek ?

Ne istediğim yada ne istemediğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Ne yapacağımı da bilmiyorum tabi. Bir şeyler yapmam gerektiği çok açık. Ama ne ? Nasıl ? Ne zaman ? Nerede.. Son zamanlarda sürekli dediğim gibi.. "Sıkıldım". Gerçekten bir şeyler yapmalıyım artık. Hatta "bir şeyler" kelimesini kullanmayı bırakarak başlayabilirim. Çok fazla kullanır oldum ya. Damn.

"En doğru zaman canım istediği zaman, anlaştığım zaman kendimle.."
(Çalan şarkıda geçen bu söz tam zamanında geldi sanırım. Tamam, iyi, güzel ama NE ZAMAN ?)
______________________________

Yeni bir hayat kurdum, içine huzur koydum. Yaslandım arkama dünü kovdum...
(Yukarıdaki -di'li geçmiş zaman cümlesinde anlatılanları gerçekleştiremeyen korkak özneyi bulun.)

17 Ocak 2012 Salı

Aşkımı edebiyatla süslerdim. Farkettim ki edebiyatı bile süsleyen aşk..wait fot it.."mış"..

Tüm bu edebiyat şeyleri bana çok boş gelmeye başladı. Takıntılı olduğum şeylere rastlayınca hala etkileniyorum ama eskisi gibi günlerce oturup Cemal Süreya bile okumuyorum.(Alıntılara devam ederim, hiç acımam)  Müzik dinlemekte bunun bir parçası. Hepsinden sıkıldım. Aslına bakacak olursak her şeyden sıkıldım. 10 gün öncesine kadar bana güzel gelen ve zevk aldığım her şeyden hatta güzel gelmeyenlerden bile sıkıldım. Neden sıkıldım sorusuna cevap bile veremiyorum üstelik. Herkes öğüt veriyor yada "titre ve kendine gel" modunda atarlanıyor. Ondan da sıkıldım. Sırf bitsin diye dinliyor gibi yapmaktan da sıkıldım. Hatta hiç konuşmaya başlamasınlar diye gülümsemekten sıkıldım. Ne demiş Cemal Süreya: "Neden durgunsun sorusuna cevap aramaktan.... ve bunu sormasınlar diye gülümsemekten yoruldum." Belki biraz klişe bir söz oldu artık ama çok doğru. Bu ara beni en çok sıkanlar, en yakınımdakiler ve sonuç hep aynı ; "Senin iyiliğin için.." Ama ben bunu zaten biliyorum. Açıkçası olay şu; Bana bir iyilik yapın ve ben kendime gelene kadar beni rahat bırakın.. İşte her zaman diyemiyorsun böyle. Hele anne babaysa.. Benimkiler zaten sınırdalar, yanardağı ateşlemenin lüzumu yok. 


"Başka türlü bir şey benim istediğim, ne ağaca benzer ne buluta.."


Sen bakma bu kadar hüzünlü şeyler yazdığıma, ben çok gülerim. Ve gülerken hiç kimse yalan olduğunu anlayamaz. [Cemal Süreya]


__________________________


Kind of weird things.^^


Hidin' behind tears.
Hidin' behind words.
Hidin' behind all of them.


Fcuk.

13 Ocak 2012 Cuma

Majör notaları hep sevmişimdir. Ama bu başka be.

Psikolog ararken, karar değiştirip psikoloğa ihtiyacım olmadığına karar verip, daha sonra bu konu hakkındaki düşüncemin doğru olup olmadığıyla ilgili kendimle tartışabilecek kadar psikolojim bozuk.Keşke kevin gibi bir psikoloğum olsaydı. Bazı şeyler bazen gerçekten de sinir bozucu oluyor. Ama neden bazen ? Neden bazı şeyler? Gerçekten ifade edemeyeceğim kadar çok sıkıldım. Kendimden sıkıldım. Yaşama isteğimin olmayışından sıkıldım. Uyanmak için bir nedenim olmamasından sıkıldım.Sıkıcı olmaktan sıkıldım. Saniyede bir milyon tane karar değiştirmekten sıkıldım. Dengesizlikten sıkıldım. İradesizlikten sıkıldım. Vurdumduymazlıktan sıkıldım. Yapılacak şeyleri ertelemekten sıkıldım. "Bir şey" ifadesini kullanmaktan sıkıldım. Kendime güvenmemekten sıkıldım. Geçmişteki hayaletlerden sıkıldım.Halsizlikten sıkıldım. Sosyal medyadan sıkıldım. SIKILMAKTAN SIKILDIM ! 


Psikoloji level: Emergency.


Ha ! Bide devlet hastanelerindeki psikologların nasıl olduklarına dair bir fikrim yok. Ama eminim pek sallamıyorlardır. İşte bu yüzden özel bir kliniğe gidecek paramın olmamasından da sıkıldım. Tamam neyse bunu kendime ben yaptım. Dur bakıyım, diğerlerini de ben yaptım galiba. 


God Damn.
____________________________




Mizaç Bozukluğu Belirtileri - Majör Depresif ^^



Hemen her gün ve günün büyük bir kısmında gözlenen çökkün bir duygu-durum hali (kendini mutsuz, ağlamakli, kederli hissetme hali). 
- checked (Durup durup ağlamak.)


• Hemen her gün yaklaşık gün boyu süren tüm ya da çoğu etkinliğe karşı ilgi ve zevk almada azalma (daha önce keyif alınan işler,hobiler ve alışkanlıklardan artık hoşlanmama, mecburen yapma hali (dünyayı verseler umurumda değil şeklinde bıkkınlık hisleri) 
- checked (Gitar mesela. Mesela yazılım. Ayrıca dünyayı verselerle ilgili başlayan binbeşyüz kadar bir şeyler daha.)


• Diyet uygulanılmamasına karsın önemli derecede kilo kaybı ya da alımı (bir ay içinde vücut ağırlığının %5 ‘inden fazlasının artması ya da azalması) ya da hemen her gün iştahta artma yada azalmanın olması. 
- checked (Son 1 ay değil, 2 gün içinde insan 5 kilo alıp verir mi lan ?!)


• Hemen her gün uykusuzluk ya da aşırı uyku hali. 
- checked - (Bu konuya girmek bile istemiyorum. Damn. )


• Hemen her gün olağan beyinsel ve vücutsal işlevsellik,hareketlilik halinde azalma ya
da huzursuzluk (oturmayı veya yatmayı yeğleme ya da sıkıntıdan yerinde duramama) 
- checked - (Yatmayı yeğleme..fuuu )


• Hemen her gün halsizlik ,yorgunluk hisleri,daha önceki günler kadar enerjik hissetmeme. 
- checked - (Bir türlü enerjik uyanamadım. Nasip kısmet işte.)


• Hemen her gün kendini değersiz hissetme,küçük görme,kendini beğenmeme,suçlu ya da günahkar hissetme hali. 
- checked - (Suçlu, günahkar,değersiz.. Damn two.)


• Hemen her gün düşünme ya da konsantrasyon yeteneğinde azalma olması (konuşulanlara,okunan şeylere,izlenilen tv programlarına dikkatini verememe, söylenilenlerin bir kulaktan girip diğerinden çıkması gibi) ya da kararsızlık ve ilgi kaybı hali. Yaşamdan çekilme durumu.
- checked - (Bunu bir arkadaşa sormalıyız. O iyi bilir :D )

• Fobilerin ortaya çıkması (Asansör fobisi, karanlıktan korkma, paranoya vb.)
- That's absolutely checked !


 Kişiliğin çözülmesi. 2 ayda 2-3 farklı insanmış gibi hissedilmesi.
- checked (Bi arkadaşa sorup gelicem :D )


Hep derdim psikoloğa gitmem lazım diye fakat hiç bir zaman gerçekten ihtiyacım olduğunu düşünmedim. Kendi sorunlarımı kendim çözerim sandım hep. Ama şuan psikolojik bir rahatsızlığımın olduğunu düşünmek (duruma bakılırsa onaylandı) çok iyi geldi aslında. Düzeltilebilir şeyler her zaman umut verir bana.

9 Ocak 2012 Pazartesi

Bir şey eksik, yada çok şey fazla**

Önemli olanın hangisi olduğunu çok sorgulamaya başladım bu ara. Her şey birbirine girdi. Geçmişten kurtulamıyorum dedikçe, aslında derdimin geçmiş olmadığının farkına vardım. Asıl önemli olanın hisler olduğunu zaten biliyordum ama daha farklı bir gerçeklik uyandı beynimde. Geçmiş hakkında konuşmak bile istemiyorum mesela.. Özlemde değil bu başka bir şeymiş. Bana güzel zamanları, yada kendim olduğum zamanları tekrar hissettirmeyen herhangi bir şeye özlem duymuyorum. Tüm mesele nasıl olduğum ve nasıl olmak istediğimle ilgili sanırım. Ama bazen öyle bir an geliyor ki elim kolum bağlı, çıkamıyorum işin içinden. Sorunun ne olduğunu bulmaya ve çözmeye çalıştıkça ne istediğimi bilemez oldum. Geçmişi istemiyorum, şuandan memnun değilim. Geleceğe dair umutlarım kırılmaya başladı. Peki ne istiyorum ben ? Neden bahaneleri bir kenara bırakamıyorum? Sadece sıkılmışlık var. Bezmişlik var. Nasıl kurtulunur peki bu durumdan ? Seçenekleri görüp beğenmek değil, seçenek yaratmak istiyorum. Hiçbir şey yada hiç kimse bunu değiştiremesin istiyorum. Çok şey mi istiyorum. Çok mu zor? Geçmişi recover edip geleceğe yayınlamak çok mu imkansız? Neyse işte öyle.


(Bu arada "bir şey" diye bir şey olmasa yazarken ne yapardım acaba :D )



3 Ocak 2012 Salı

Deniz görmeden yaşayamıyorsan...

Tanıyorum seni. Aylardır onunla birlikte olmandan dolayı herkesi şaşkına çevirdiğin kişiden daha iyi tanıyorum. Yazdığın her hangi bir şeyi okumam bile, onları yazarken hangi his ve kafayla yazdığını anlamama yetiyor. Aylardır doğru düzgün konuşmamış olsak bile... Son dalın değil o, yada aşık değilsin biliyorum. Belki biraz zor yada biraz umursamaz. Yada kaçmakla yakınlaşmak arasındaki dengeyi iyi tutturuyor. Bilmiyorum. Ama asla ilk seferki gibi aşık olamayacaksın. Hatta ilk aşık olduğun kişi sana aşık olsa, onu bile eskisi gibi sevemeyeceksin. Ben bile sana eskisi gibi aşık değilsem, sen bir daha asla aşık olamayacaksın. Şimdiki alışkanlıklarını aşk olarak adlandırıp,kendini kandırmaya devam edersin anca. Hiç bir sözünü tutmadın bana verdiğin. Sana çok kızgınım..Çok fazla ! Ama eskisi gibi umurumda değil ki.. Keşke bunları sana diyebilecek kadar cesaretim olsaydı da eskisi gibi kelime oyunlarıyla konuşabilseydik. Hiçbir şeyi değil de kelime oyunlarını çok özledim. O kadar.

"İnsanoğlu kendini feda etmekte bulduğu mutluluğu başka hiçbir şeyde bulamaz." Güzel demiş Dostoyevski..
İkimizinde kendini feda ettiği o günler gelmeyecek. Bırak artık obsesifliği, büyüyoruz.

____________________________________________________________________


Sevmeyeceksin beni…Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin… 
Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma 
atlar gibi sevdalanışımdan… 
Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın… 
Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe 
uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın… 
Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep.Sana 
acı çektireni…Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür 
gibi konuşanı sevdin…Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep. 
Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan… 
Beni sevmeyecektin biliyorum ama…Ama, öyle susamıştımki kendim gibi birini 
sevmeye…Öylesine muhtaçtımki gercekten incitilmeye, gercekten acı 
çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz 
çözüldüm… 
Sana da olmuştur…Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini 
bulunca tutamaz kendini, herşeyi, belkide söylenmiycek her şeyi o an, garip bir 
telaşla söylersin… 
Hatta söylerken anlarsın, söylememen gereken şeyleri söylediğini 
hissedersin, battığını, giderek çıkmaza girdiğini…Ama yine de engelleyemezsin 
kendini tutamazsın. 
Aleyhinde olabilecek herşeyi söylersin…Üstelik bunu anladıkca daha da 
batırmak istersin kendini…Biraz daha zor duruma düşürmek… 
Daha da kaybetmek, daha da dibe batmak istersin…Sanki bilerek isteyerek kendi 
mutlulugunu kendi elinle bozmak istersin…Kendinden gizli bir öç alır gibi. 
Sanki hiç mutlu olmak istemiyormuş gibi…Sanki hiç sevilmek istemiyormuş 
gibi… 


...Ve ne acı ki, hep bizi sevmemiş olanları seveceğiz ikimizde…Ne acıki, hep bizi 
incitip üzenlere bağlanacağız…Telefonlarımıza çıkmayanlara… Çıksa bile küfür 
gibi konuşanlara sevdalanacağız… 
Bizden bir çift güzel laf esirgeyenleri özleyecegiz… 
Ölesiye, amansız seveceğiz onları… 
Biliyorum, bu yüzden odan böyle…Güncelerin ortalık yerde…Kitapların 
orada, burada…Anıların saçılmış ortalık yere…Her şeyin darmadağın… 
Biliyorum bu yüzden düzenden, adı düzen olan her şeyden nefret ediyorsun…Sen 
de benim gibi; toparlayıp da ne yapacağım, düzenli olunca ne olacak; sonunda bir 
gün biri gelip her şeyi, biriktirdiğim, düzenlediğim, üzerine özenle titrediğim 
her şeyi daha önce hep olduğu gibi hiç beklemediğim bir anda savurup, bozup 
gitmeyecek mi, diye düşünüyorsun… 

Ama öyle özledim ki benim gibi birini sevmeyi…Öyle özledimki kendim gibi 
biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi… 
Yine aradım seni yoksun…Beni de birileri arıyor…Beni de kendi gibi birini 
sevmeyi özleyenler arıyor…Kendi gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi 
özleyen birileri arıyor. 
Hiç cevap vermiyorum…ben seni istiyorum, seni arıyorum… 
Kayıtsızlığınla beni yok ediyorsun, geride sen kalıyorsun.Ama seni de biri 
yok ediyor… 
Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor… 
Ben birilerini, o birileri başkalarını.Sen beni…Seni bir başkası… 
Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram…Seni biri 
sevse de hiç kapanmayacak bu yaran… 
Hiç kapanmayacak! …Avuçların hep boşluğa kapanacak.Tıpkı o şizofren genç 
gibi…

[Cezmi Ersöz - Alıntıdır]