28 Aralık 2011 Çarşamba

There's no way to exit ^^

Hiç kimseye yada hiç bir yere ait olamama hissi ne kötüdür bilir misiniz? Dibi görünmeyen bir kuyuya düşmüş gibi oradan oraya savrulur insan. Sırf bir şeyler yapıyor olabilmek için onlarca saçmalamaca, yüzlerce boş iş. Gerçekten bir şeyler yapabiliyor olduğunu nasıl anlar ki insan hem ? His meselesi sanırım.Bu da çoğu şeyde olduğu gibi psikolojik. Peki psikolojiyi bu derece etkileyip, insanı böyle bir çıkmaza sürükleyen duygular nereden geliyor? Sanki hiç bir amacı yokmuş gibi, insanın kendini salması çok kötü. Hiç kimse size ilaç olamazmış gibi gelir. Arkadaş, dost, sevgili.. Bunları geçtim, anne-baba bile yabancı gelir bazen. Sınırlarının olup olmadığı hala daha tartışılan şu koca evrene sığamazsınız. Bu girdaptan nasıl çıkabileceğinizi düşünüp durursunuz.


Hani deriz ya eski bayramlar yok diye. O hissi anlatamayacağım ama bilirsiniz işte, eski bayramlarda hissettiğimiz duygu yok artık. Ait olamama durumda hissedilen de bu duyguya benzer işte. Hiçbir özel günün bir özelliğinin kalmadığı hissi. Aslında hiçbir şeyin özelliği kalmaz. Sadece zaman geçsin ve kabus bitsin diye "uyumak" isteriz genelde. Yada melankolinin dibine vurur, kendimizi kapatırız bir şekilde. Ben uyumayı tercih ediyorum. En zararsız yöntemi bence melankolinin. Yada amaçsızlığımı, uyuma isteğime bahane ediyorum. Bilemiyorum. Gerçekten neler olduğu hakkında bir fikrim yok. Çırpındıkça batmak diye bir şey vardır ya, evet işte aynen o. Peki gerçekten nasıl kurtulunabilir bu lanet histen ? 


Belki de artık hayata beyaz bayrak çekmemiz gerekiyordur. Hayatın çıkmazlarından dem vurmak yerine, kendi irademize savaş açmalıyız, kim bilir? 


Sahi, burada genelleme yapıyorum ama tamamen kendimi anlatıp, kendime anlatıyorum. Anladınız zaten. [ -Emergncy *S.O.S ]


Hayat aslında basittir..!
You gotta be kidding me, right?
________________________________


It's difficult, to win the game according to yourself in spite of everything. By the way, you also lose the game according to yourself ! Double responsibility .It's mean... f*ck this shit..

25 Aralık 2011 Pazar

Yaşamlar "Düş" kadar sahte**


Yaşamlar bir düş kadar sahte, 
Düşler bir umut kadar yakın, 
Umutlar bir dünya kadar büyük, 
Dünya ise durmuş dönmüyor artık. 


Durup gökyüzünü izliyorum her gece, 
Yıldızlar birlik olmuş,dans ediyorlar fikrimce, 
Ay bu güzelliklere şaşırmış bakıyor, 
Yıldızlara ışık vereni unutanlara gülercesine.. 


Ay kendisini en parlak sanıyor, 
Alev gibi yanan koca devi unutuyor. 
Hüzünlü bulut bile bunun farkına varmış, 
Hayat oyununu kuranı unutanlara ağlıyor. 


Zamanı gelince çiçekler açıyorlar.. 
Susuz kalınca çaresiz,nasıl da soluyorlar.. 
Hayatta nefes alıp,havayı soluyanlar, 
Solacakları günü unutup,karanlığa gidiyorlar.. 


Çıktığımız basamaklar teker teker kırılıyor, 
Tepede ölüm bize bakıp kararsızca gülümsüyor, 
Ruh bedenden ayrılacak sabırsızca bekliyor, 
Ne çabuk, ne yavaş hayat böyle ilerliyor. 


Dört mevsim adeta yaşamı andırıyor, 
Doğum ile ölüm arasındaki ince çizgiyi anlatıyor. 
Yeni sene kış ile başlayıp yaz ile bitsede, 
Hayat denen sahne sonbaharla kapanıyor! ! 


Rose'

Başka biriyle 2. yastığı paylaşıp, Göz yumup seni düşlemek… Nasıl bir fahişeliktir bilemezsin!

Oysa ki ben; "Seni ne zaman uyurken hayal etsem, Affediyordum(!)" 


Her defasında aynı tat var sanıyorum,
Oysa ne çok yalan var ne çabuk aldanıyorum,
Belki bir yerde duruyordur diyorum
Ve buldum sandığımı o yere koyuyorum,
Belki biraz diner sandım seversem yeniden içimin acısı,
Oysa ne kalbim bıraktı acıyı ne de dudaklarım acının tadını,
Öylesine vurucu bir dalga gelip geçen üzerimden,
Her defasında hayallerimi yıkan,
Ve akıp giden bir dalga tadıyla tenimin,
Seni bana beni sana karıştıran tuzuyla terimin!
Tek başına sevdiğim gibi tek başına yıkabilir miyim dalgaları?
Sevişmesem yazabilir miyim böyle masalları,
Sevmesem diner mi içimin yası?

İrade nedir bilir misin?
Durup bakmak sana bir köşeden,
Çocuk gibi gülümsemek içimde solanı görme diye
Ve dokunmadan hissetmek nasıl koktuğunu,
İçmek dudağına değen kokulu çayın bardakta kalanını, her yarım bıraktığını,
Gittiğin zaman kapıyı kapatıp geride kalanlara kahkaha atmak gizlenircesine,
Nasıl bir yakalanma korkusudur
Sorma!
Bilemezsin nasıldır sana iradeli davranmak…

Küçük bir kızı oynayıp, kocaman bir kadını saklamak,
Ve istendiğini hissedememek,
"Dur! Sus! Yapma!"yı bilmek,
Bilip beyninden kalbine hiçbir hücrene söz geçirememek,
Tekrarlanan bir sayfanın üzerinden her gün geçmek,
Bazen yokmuşsun gibi davranıp,
Olduğun her ana şükretmek,
Ve geçtiğin yerlerde diz çökmek…
Oynamak! Hep oynamak, rolü iyi omuzlamak,
Durmak! 
Susmak! Sustuklarını yutmak,
Bilmek ve de… 
İmkânsızlığını, olmayacağını…
Göze alamayacaklarını görmek,
Sana iradeli davranmak nasıldır bilemezsin…

Başka biriyle 2. yastığı paylaşıp,
Göz yumup seni düşlemek…
Nasıl bir fahişeliktir bilemezsin! 

Aşk insanı bu kadar ucuzlatır mı?
Hayal etmek dediğin bu kolay mı?
Başkasına soyunup sana tüm kapıları kapamak nasıl bir örtünmektir bilemezsin!

İşte bu yüzden bacak arasında değil aşk,
Sen her şeyi biliyorken,
Ben her şeyi göze almışken,
Sana uzaktan kıvranmak,
Nasıl acılı bir kanserdir bilemezsin!

Gecenin en berbat saatinde,
Dudaklarım titreyerek, boynuma dolanan saçlarımdan nefret ederek uykusuzluğuma sövmek,
Ve imkânsızı bildiğimden kızamamak sana,
Nasıl bir öfkedir bilemezsin! 

Bırak gel her şeyi!
Ben kaçıp gitmeye hazırım,
Bırak boğulmama, içinde kalmama izin ver!
Yüzüme dokun, konuşma,
Çay yapayım, sabaha kadar susalım,
Bana bakarak uyu,
Giden ben olayım! 
Geride kalanı ya al ya da bırak,
İçimde her şey noktalanmış kalsın,
Seninle virgüller atamamak hayata,
Nasıl bir noktadır ki dönemezsin,
Seni iradeli sevmek nasıl bir açlıktır bilemezsin!

Dilerim böyle bir zulme hiç bulanma,
Ve hiçbir aşka tek başına doyma,
Hayran değilim ne asaletine kalbimin ne de sabrına,
Sana her baktığımda onu acıtmak nasıl bir günahtır bilemezsin!



Çisel Onat - İrade Alıntıdır.

24 Aralık 2011 Cumartesi

Be Fri , First End :)

Hiç kimsenin hiç kimseyi sevmediği zamanlardı,
Kalbimize o zamanlar aşk gerçeği dolmamıştı.
Bir bütün gibi görünsek de, yalnızdık çoğu zaman,
Arkasına saklandığımız hayallerimiz solmamıştı.


Belki de bu kadar tamamlanmak uğrunaydı,
Onca zamandır çektiğimiz her acı..
Belki de yeniden doğmak uğrunaydı bunca zamandır,
Geriye bakıp özlediğimiz her anı.


Gerçekler olmasaydı,düşlerde kalmasaydı,
Özlenenler unutulunca kalır mıydık yan yana?
Büyük bir parçamız kalplerimizle birlikte,
Kalplerimiz her zaman avuçlarımızın içinde.


Bize ilham veren en büyük şey bitmeyecek sevgimiz iken,
Bazense piyanodan yükselen tiz bir nota.
Ne olursa olsun hayat başaramayacaksın hiç bir zaman,
Uçurumlar döşemeyi aramıza..


Sana şarkı yaptım bebeğim. 

Birden gelir kış fark etmessin..


Çok değiştik aslında.. Hayat bize resmen acılar verip, üstü kalsın dedi. Büyüdük,olgunlaştık,canımız yandı,ağladık,sızladık,bir daha yaşayamayacağız sandık belki de. Ama yaşıyoruz işte hala. Her acının bir nedeni vardır ya, gerçekten de öyle. Üstümüzden tüm anılarla dolu kimliğimizi alıp, acılarla dolu yerlere götürür bazı şeyler. Zordur. Çok zordur. 

Bazen zor gelen şeyin ne olduğunu bile fark edemeyiz. Sadece zordur. O acıları yaşayıp yaşamamak istediğini bile bilemezsin. Hangisinin daha fazla acı verdiğini yada hangisini yaşamanın daha umut dolu olduğunu. Kahrolursun ama bilemezsin. Seçtiğin hayatı yaşar, seçtiğin acıyı duyar ama hiç bir zaman seçtiğin çözümü uygulayamazsın. Yüzeysel olur belki, evet ama en ufak bir darbede hemen açılır yaran. Derinleşir. Bastırdığın tüm duygular yüzeye çıkar. Bununla da kalmaz yarana tuz basarlar. Böyle sürüp gider işte. He tabi, arada mutluluklar elbet vardır. Ama biteceğini bildiğini düşünmek bile bitmesi için geçerli bir durumdur. 


Kaçırırsın hayatı..




18 Aralık 2011 Pazar

İki bilinmeyenli denklem & fonksiyonel kısır döngü (gof)^

Sevgi nedir ? Çok klişe oldu,evet.. Çokça zamandır sorulur bu soru. Herkes kendine göre bir cevap verir, yada veremez. Böyle sürüp gidiyor. Peki klişeliğinden arındırıp sorunun özüne odaklanırsak, gerçekten de ne bu sevgi ? Kimi sevip, kimi sevmediğimizi nasıl anlayabiliyoruz? Nasıl işliyor bütün bunlar ? Çok sevdiğimiz birinin yanında sıkılır mıyız? Yada sevmediğimiz birinin yanında olmaya dayanabilir miyiz? Çok soru var aklımda bunlar gibi. Çok sıkıldım çünkü.

Duygular kalpten dile gelene kadar şekil değiştiriyor bazen. Bazen beyinde bloke oluyor falan. Sevgi gibi kutsal bir şeyi, madalyonun iki yüzü haline nasıl getirebiliyoruz ki biz ? Buna hakkımız olup olmadığını sorgulamak bir kenara, nasıl oluyor da bu güzel duyguyu kişisel cehennemimize çevirebiliyoruz  ? (ve tam bu noktada Joytürk bombayı patlatır. Erkin Koray - Seni her gördüğümde) Yüzyıllardır söylenir. "Sevginin karşılıklı olması gerekmez." "Karşılık beklenmeyen sevgi, gerçek sevgidir." ve buna benzer bir ton cümle.. Çocukluğumuzun hikayeleri, yüzyılların destanları, tarihe geçmiş sevgiler nasıl bu denli şekil değiştirebildi de günümüzün entrikalarına bulaştı ? Gerçek sevgi dedikleri şeyden kaldı mı diye çok düşünüyorum.

Bu arada ister istemez kısa bir dipnot düşme gereği duyuyorum. Bazı manevi değerlerini yitirmemiş,kutsal sevgiler hala süregelmekte. Anne mesela. Cennetin fragmanı onlar bizim için. Bizim mutluluğumuz için her şeyi yapabilecek, gözü kapalı canını verebilecek yegane varlıklar. Onlara lafım yok vesselam. Gerçi günümüzde cinnet geçirip kızını,oğlunu öldürenleri de duymuyor değiliz. Neyse bunlar da ayrı konu, şimdi oralara hiç bulaşmayalım. Benim asıl bahsetmek istediğim; bazı insanların, hayatımızın her yerinde olmasını istetecek kadar büyük olan, dostluk ve aşk gibi sevgi türleri. "Aşk ile Sevgi aynı şey değil " dediğinizi duyar gibiyim sanki.. Evet değil, bende bu fikirdeyim. Ama ister istemez aklıma bir soru daha geliyor. "İnsan sevmediği birine aşık olabilir mi?" Şekil itibari ile çok saçma bir soru oldu dimi ? Ama düşünecek olursak aslında çok mantıklı bir yere çıkıyor. Şöyle ki ; "Aşk benim olsun, sevgi mutlu olsun der" sözünü duymuşsunuzdur belki. Bu cümleye kesinlikle katılıyorum. Aşık birazda bencilliktir ve bunca zamandır gördüğüm,duyduğum yada tanık olduğum aşklara bakınca "Aşk geçicidir" diye bir sonuca da varıyorum aynı zamanda. Peki ya efsane olmuş aşklar ? Leylalar, Mecnunlar ? Bütün o duyduğumuz olağanüstü aşk hikayeleri gerçek miydi ? Yoksa hepsi ticari oyunlara bulaşmış, süslü edebiyatlar mıydı ? Günümüze bakacak olursak, ne kadar gönülsüzce olsa da ben bu soruya evet diye cevap veririm. Bitmeyen aşk diye bir şey olduğunu düşünemiyorum çünkü. Günümüzde aşkın her şeye konu olmasına rağmen, bitmeyecek kadar büyük bir şey olduğuna inanamıyorum. Peki acaba hangisi gerçek ? Aşk biter mi bitmez mi ? Eğer aşk bitmeyen bir şeyse, biz nerede yanlış yapıyoruz o zaman ? Aşk benim olsun der diye, sadece benim olsun deyip de mutlu olsun kısmını mı unutuyoruz. Sevgimiz mi eksik ? A-aa, lütfen. Öyle bir şey yok bize göre. Dilimizde bir "sevgi" tutturmuşuz, ölümüne seviyoruz kim sorsa. Peki ya aşkımız ? - " Çok ayıp ! ", ölümüne aşığız. (ve Joytürk asıl bombayı burada patlatır. Duman araya " Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk ! " diye girmiş bulunuyor :D ) Aşkın gelişi,aklın gidişidir derler ya.. Aklımızı kaybedecek kadar çok aşığız hatta. Ama bu cevaplar matematiğe uymuyor. Sağlanmıyor bu denklem. Madem hepsi tam, neden bitiyor bu aşklar? Yıllardır aşkı anlatanlar mı yalancı biz mi ? Yalancı bizsek, bilmeden mi yalan söylüyoruz acaba ? Aşkın yada sevginin ne olduğunu bilmediğimiz için mi öyle sanıyoruz ? Acaba aşk nasıl bir şey ? Sahi bu arada , sevgi neydi ?

Ben de senin kadar gerçekleri görüyorum !

Sorunun nerede olduğunu anladım. Sezen abla saolsun anlamama yardım etti yine.. 


"İnsan acılarla kıvransa da
Ve o aşkta bir daha doğsa da
Dünyasını yeniden kursa da
Düşler ve gerçekler ayrı ayrı yaşar"


Burada hata yapmışım. Düş ve gerçekleri aynı kefede yaşatmaya çalışarak hata yapmışım ben. İkisine de gözümü yumacak kadar çok bağlanamamışım. Bağlanmak nedir ki zaten ? Gözünü karartacak kadar çok bağlanmak aşk değil midir ? Ama ben kurduğum o güzel düşe aşıktım. Gerçekler bile onun önüne geçemezdi. Neden olmadı yine? Gerçekler yüzünden değil mi.. Onun da beni sevmediği gerçeği aşkımın önüne geçti. Peki soruyorum şimdi Sezen abla, bu duruma uygun bir şarkın da var mı acaba ?


"Hayat bazen öyle insafsız ki,küçük bir boşluğundan yakalar.Hissettirmez en zayıf anında,seni ta yüreğinden yaralar.."


"Bir düş kurdum,düşlerimde. Hem huzurlu hemde huzursuz küçük bir dünya. Zaman her şeyi yıktı geçti. Ne gerçek kaldı ne rüya.."
______________________________________


Olsun demekte zor artık,
Çocuk düşlerimiz yok artık.

6 Aralık 2011 Salı

Sor bana pişman mıyım ?

Yeni birini sevmek.. Çok zor tabi ki. Ama ani bir şey değildi bu. Böyle olmasını istemiyor muydum ? Ama senin gibi birini değil. Yada bana her acı çektirenler gibi. Mazoşistim, evet. Acı çektireni sevmek alışkanlık olmuş. Fark etmedin mi zaten hiçbir şey umurumda değildi. Aslında o senin yanındaki, benim ben olduğum halimde değildi. Sadece yanında olmak istedim. Yanımda olmanı istedim. Bir tenin sıcaklığı, uzun zamandır ilk defa bana bu kadar tanıdık geldi. Uzun zamandır ilk defa, başımı göğsüne yasladığım adamı gerçekten istedim. Sevip sevmemesi önemli olmadan..Kafamda hiçbir soru işareti oluşmadan.Ellerimden kayıp gidişini izlediğim her insan çok yordu beni. Susup oturamazdım. Yanında mutluyken ve bunun adına aşk diyebiliyor iken bunu içime atamazdım. Boşluk değil bu biliyorum. Aşk gibi ama o da değil. Mantığıma aykırısın çünkü. O yüzden oldu bu. Bütün duygu yoğunluğum, aşka olan aşkım ve acıya olan bağlılığımdan ötürü oldu. Bütün diyeceklerim bunlardan ibaret adam. Sevgiyle kal :)


"Üzülürsün" diyorsun.. Merak etme. 
Bana yazı yazdıracak kadar bulandırdın, evet.
Ama işler artık bende böyle yürümüyor..
Suya "cemre" düşmeden temizlenir buralar.


No more string attached.


Sevmeyeceksin beni…Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin… 
Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma atlar gibi sevdalanışımdan… Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın… Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın… 

Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep.
Sana acı çektireni…Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür 
gibi konuşanı sevdin…Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep. Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan… Beni sevmeyecektin biliyorum ama…Ama, öyle susamıştım ki kendim gibi birini sevmeye…Öylesine muhtaçtım ki gerçekten incitilmeye, gerçekten acı çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz çözüldüm… 
Sana da olmuştur…Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini 
bulunca tutamaz kendini, herşeyi, belkide söylenmiycek her şeyi o an, garip bir 
telaşla söylersin… 
Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor… 
Ben birilerini, o birileri başkalarını.Sen beni…Seni bir başkası… 
Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram…Seni biri 
sevse de hiç kapanmayacak bu yaran… 
Aşk niye acı verendir hep niye büyük yaralar açar hep kalplerde... Yıllar geçsede niye kapanmaz açılan bu yaralar...(alıntıdır)

__________________________________________________________