26 Eylül 2011 Pazartesi

Keşke Bil(me)seydin // ? ***

Ulaşamadım değil. Ulaşmıştım aslında. Evet, kesinlikle ulaştım ben sana. Hemde çok zaman önce... Ama yine de sıradan olmadın benim için. Her gün, her gece ertesi gün olacakları bildiğim halde merakla bekledim seni. Ağzından çıkacak her kelimeyi sabırsızca bekledim. Bir sürü planlar, hayaller, beklentiler... ve üstüne gelen onlarca,yüzlerce hayal kırıklıkları. Mutlulukları da unutmayalım. Az da olsa beni mutlu eden ufak tefek şeyler oldu. Olmadı değil. Kelebek ömürlü mutluluklarım... Sabrı, beklemeyi, aşkın körlüğünü, düşlerde yaşamayı seninle öğrendim. İçinden çıkamadığım yollarım oldun. Bütün doğrularım kayboldu seninle. Hangisi bizim için olumluysa, gerçek o oldu. Şüphe ilk defa gerçeklerden daha güzel geldi. Kesinlikleri sevemedim seninle. Ya sıfır yada birdir diyemedim. Karar veremedim, uygulayamadım, uzak kalamadım. Gözlerim görmese de her gece düşlerimde benimle beraberdin. Gülümseyerek bakardın. Rüzgarın,kokunu bana ulaştıramayacağı mesafede olsan da ben hep duydum kokunu yüreğimde. Gözlerimi her kapattığımda o can alıcı, içten, masum bakışların huzur verdi bana. Kelimeleri sevemedim ben seninle. Kelimeler içimi hiç anlatamadı sana. Kalbimden dilime gelene kadar hep değiştiler. Gözlerim anlatırdı aslında, derinlere inebilseydin. Sana baktığımda,hele ki yüzüne dokunduğumda gözlerim her şeyi anlatırdı. Bir süre sonra gözlerimde susar, kalbim deli gibi çığlık atmaya başlardı. Ellerin.. Tuttuğum anda her şeyi anlamsız kılan ellerin. Hiç bırakmak istemezdim. Bırakmak zorunda olduğumu bile bile... Elimde olsa, ellerini tutup, gözlerinin içine bakarak sevdiğimi haykırmak isterdim. Hiç bir zaman yapamadığım ve hiç bir zamanda yapamayacağım o şeyi yapmayı o kadar çok isterdim ki... Ama ne fark eder ki artık ? Gidiyorum... Sonumuzu bile bile gidiyorum sevgilim. Kal, gitme ! demen için neler vermezdim. Gitmemem için bir tek sebep olması için, yanında kalmak için neler vermezdim. Ama seninle birlikte kendimi öldürmek yerine, sensizlikle seni yaşatmayı seçtim ben. Belki bir gün umuduyla gidiyorum. Gözlerini, ha birde kokunu yanıma alıyorum. Bir gün karşılaşana kadar hep yanımda olacaklar. 

Aklımda cevabını alamadığım bir sürü sorular var. Mesela; seni bu denli sevdiğimi biliyor musun ? Bu güne kadar bunları bu şekliyle bilmemenin sebebi, netlikten korktuğum içindi. Olumsuz bir şey söylemene dayanamazdım. İçimden geldiği gibi davranamadığım tek insan oldun. Belki anlamışsındır, belki anlamamışsındır ama ben ikisi içinde çok özür dilerim. Eğer anladıysan, bugüne kadar geçiştirmişsin demektir ve ben bu istemediğin duyguları sana karşı hissettiğim için özür dilerim. Yok eğer anlamadıysan, bugüne kadar sana karşı olan hislerimi tümüyle sunamadığım için özür dilerim. Belki bildin, belki bilmedin ama sen çok uzun zamandır benim sevdiğim, sevgilim, her bi'şeyimdin. Öyle olmamanı çok istedim. Ama yapamadım işte. Sensizken seni yaşatmak çok zor, çok akıl dışı bir şey. Olsun. Ben böyle de mutlu olurum. Ama yine de gitmeden;

Son defa' görsem seni.,
Kaybolsam yüzünde...
Son defa, 
Yenilsem sana, hiç anlamasan da..
Son defa benim olsan, "uyansam yanında"...
______________________________________
S'onsuz Aşk...
(Buluşup o köprünün sonunda , ölelim kimsenin olmadığı o ıssız yerde.Gerçek anlamda bildiğimiz hayatın sonu bu işte. )

23 Eylül 2011 Cuma

Gelgeç zamanlar // Zamanla geçenler **

Ilık,huzurlu rüzgarların, yerini soğuk sonbahar akşamlarına bırakmaya başladığı dönemlerdi. Mevsim yağmurları yüzünü göstermeye başlamış, kışın gelmekte olduğunu haber veriyordu.Bu akşamların birinde,ışığı kapatıp,camın önüne oturmuştum. Güzel bir esinti vardı havada. Karanlık çoktan basmış, güneşin doğmasına pek bir vakit kalmamıştı. Gecenin en sevdiğim saatleriydi bunlar. El,ayak çekilmiş ve sessizliğin huzuru dans ediyordu kulaklarımda...Derken yağmur yağmaya başladı. Yere düşen her bir yağmur damlacığı,yüzeye vururken, keman çalan rüzgara piyano eşliğinde düet yapıyor gibiydi. Böyle güzel bir müzikalin yanında mum ışığı olmadan olur muydu hiç ? Hemen duygusal bütünlüğü sağlamak adına mum yaktım ve tadına doyum olmayan bu atmosfere bıraktım kendimi. Böyle bir ortamda an'ın tadını çıkarmam çok uzun sürmüyor genelde. Hemen beni alt-üst edip, gözyaşlarıma hakim olamayacağım bir şeyler buluyor beynim. Sağ olsun o akşam da geleneği bozmadı. Beş dakikalık bir keyfin ardından, bu doğa üstü atmosfer yerini melankoli için uygun bir ortama bıraktı. İkisinin arasındaki çizgi o kadar ince ki, ne kadar uğraşsam da engelleyemiyorum bu geçişi. Eh! tabi. Durum melankoli olunca yağmurun müzikali çok hafif kalır. Daha derine inebilecek bir şeyler ister bünyemiz. Daha yaralayıcı,daha umutsuz. Aklıma gelen bütün sad-slow şarkıları listeye koyduktan sonra, elime kağıt kalem aldım. Bu sefer melankolinin tamamlayıcı unsurlarına geçmiştim.

Mum ışığı ve acımtırak müziklerin yanında olmazsa olmaz tek şey edebiyattı benim için. Belki de Cezmi Ersöz hayranlığımdan arta kalan bir şeydi bilmiyorum. Melankoli unsurları arasında bir eksik fark ettiniz sizde değil mi ? Düşünün biraz. Melankoli ve acı yaşama isteğinin ruha olan zararının yanında fiziki zarar olmadan olur mu hiç. Şarkıların en acı bölümlerinin içimize işlediği anlarda, sigarayı ciğerlerimize kadar çekerek tuhaf bir melankoli ayini yaparız. Tamamlayıcı unsurlar... Bunların yanında birde anılarımızı ıslatmaya yetecek kadar, bir iki kadeh bir şeyler olursa görev tamamlanmıştır. Dibine kadar acı çekip, bununla mutlu olabiliriz. Ne mutluluk değil mi ? Hal böyleyken düşüncelerimiz alabildiğine, bütün umutsuzlukları sıraya dizer, bütün acı hatıralar canlanır ve üzüntüler yüzeye çıkar. Derdimiz, onları gözyaşları yardımıyla içimizden atmak mıdır yoksa daha çok dibe batmak mıdır bilinmez ama o acının verdiği hazzın hiç bitmemesini isteriz. Hal böyle olunca, düşündükçe düşündüm,üzüldükçe üzüldüm tabi. Aklıma mağduru olduğum her şey gelip gittikten sonra, galibi olmaya geç kaldıklarım geldi. Bilmiyorum "geç kalmak" doğru deyim midir ama en uygun o gibi geliyor. Çünkü; aslında her pişmanlık bir geç kalıştır. Trenin gitmesini beklediğimiz halde gittikten sonra pişman oluyorsak aslında biz ona geç kalmışızdır. Yada şöyle söylemek gerekirse; beynimiz ona geç kalmıştır. Geriye dönmek istesek de,istemesek de geride kalan her şeye geç kaldık. Neye göre,kime göre, nasıl geç kaldık soruları geliyor akla. Geliyor ama açıklamakta bir o kadar zor geliyor. O yüzden o anki standartlara göre geç kaldık, bi şekilde geç kaldık işte diyerek kendimi geçiştiriyorum. Bunları düşünürken melankoli havası yavaş yavaş dağılıyor. Artık keyif ile başlayan bu hava yerini felsefe boyutuna ulaşan düşüncelere bırakıyor. Bir kadeh daha içsem "Ben kimim? Neden yaşıyoruz?" gibi sorular sormaya başlayabileceğimi adım gibi biliyorum. O yüzden tadında bırakıyorum ve geç kalmak adına düşüncelerime devam ediyorum. Tüm geç kalınanlar belki bir gün tekrar karşımıza bir fırsat olarak çıkar, bilemeyiz. Ama o zamanki zaman bile, şimdiye geç kalmış olacak. Binbeşyüz kere geç kalmak dediğim için, geç kalmamam gereken şeylere geç kalmama sebep olacak kadar uzattım yazımı. Daha sonra ne yaptığımın farkına vardım ve yerimden kalkıp cam kenarına gittim. Tüm bu düşüncelerimi unutmaya yetecek bir süre zarfı kadar daha geç kalıp, boş sokakları izledim ve rüzgarın senfonisinin keyfine izin verdim tekrar. Ama merak ettiğim bir hususta şudur ki; mum ışığı hangi atmosferde tamamlayıcı unsur olmak istiyor ? Geç kalışlarıma tanık, erken yoruluşlarıma destek olan güzel mum ışığım. Bir üfleyiş ile bütün tanıklıklar sona eriyor ve gün ışığı penceremden süzülene dek düşüncelerimde benimle birlikte karanlığa karışıyor.


Hiçbir şeye geç kalmamak için bilmemiz gereken tek şey şudur aslında;


"Hiçbir şey zamanında 'geç' değildir.."
__________________________________________

Birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmış olmasaydık..
Hep yanlış gidenlerin ardından yorulmasaydık..
bütün şartlarımız -di'li geçmiş zamanda.
şartlarımızı sunmaya bile "geç kaldık"...

Gelgeç zamanlar // Zamanla geçenler **

Ilık,huzurlu rüzgarların, yerini soğuk sonbahar akşamlarına bırakmaya başladığı dönemlerdi. Mevsim yağmurları yüzünü göstermeye başlamış, kışın gelmekte olduğunu haber veriyordu.Bu akşamların birinde,ışığı kapatıp,camın önüne oturmuştum. Güzel bir esinti vardı havada. Karanlık çoktan basmış, güneşin doğmasına pek bir vakit kalmamıştı. Gecenin en sevdiğim saatleriydi bunlar. El,ayak çekilmiş ve sessizliğin huzuru dans ediyordu kulaklarımda...Derken yağmur yağmaya başladı. Yere düşen her bir yağmur damlacığı,yüzeye vururken, keman çalan rüzgara piyano eşliğinde düet yapıyor gibiydi. Böyle güzel bir müzikalin yanında mum ışığı olmadan olur muydu hiç ? Hemen duygusal bütünlüğü sağlamak adına mum yaktım ve tadına doyum olmayan bu atmosfere bıraktım kendimi. Böyle bir ortamda an'ın tadını çıkarmam çok uzun sürmüyor genelde. Hemen beni alt-üst edip, gözyaşlarıma hakim olamayacağım bir şeyler buluyor beynim. Sağ olsun o akşam da geleneği bozmadı. Beş dakikalık bir keyfin ardından, bu doğa üstü atmosfer yerini melankoli için uygun bir ortama bıraktı. İkisinin arasındaki çizgi o kadar ince ki, ne kadar uğraşsam da engelleyemiyorum bu geçişi. Eh! tabi. Durum melankoli olunca yağmurun müzikali çok hafif kalır. Daha derine inebilecek bir şeyler ister bünyemiz. Daha yaralayıcı,daha umutsuz. Aklıma gelen bütün sad-slow şarkıları listeye koyduktan sonra, elime kağıt kalem aldım. Bu sefer melankolinin tamamlayıcı unsurlarına geçmiştim.

Hayat/ta (u)mutlu olamayız bu gidişle- di mi Hayat ?

"Hayat çok acımasız" 'dan dem vururuz sürekli değil mi ? Dertler,sıkıntılar geldiği zaman hep üst üste gelir. Can yakar, umutsuzluğa yöneltir,yorar. Bizde Serdar Ortaç önderliğinde "Hayat beni neden yoruyorsun" diye sorar dururuz. Suçu hep hayata atarız. Yaşamak zor deriz. Çünkü kolay olan budur. Kendini, bizim savunabildiğimiz şekilde savunamayan bir şeye suç atmak en kolayıdır. Halbuki hiç düşünmeyiz, acımasız olan hayat mı yoksa bizler miyiz diye. Yormak,üzmek ve acı çektirmek konusunda,değil hayat, hiçbir şeyin insanlar kadar başarılı olabileceğini sanmıyorum. Nasıl bencil bir türüz ki yarattığımız onca karmaşanın suçunu , içinde bunca güzelliği barındıran bir mucizeye atabiliyoruz ? Sanki hayat bizden çok mu memnun ? Mesela ben hayat olsam benden memnun olmazdım. Ben bile benden,kendi türümden memnun olamazken hayat nasıl olsun ki ? Bunları sormayı geçtim, bu karşılaştırmayı yapamayız bile. Bi'kere onun kadar sabırlı olamayız biz. Her gün güneş doğuyor mesela. Bize her gün,her sabah tekrar bir şans veriyor. Hemde hiç bıkmadan,usanmadan. Kendi entrikalarımız ile boyayıp,görmeyi reddettiğimiz bütün güzelliklerini bize her yeni gün sunmaya çalışıyor. Kendini düşünmeyen her varlığı, kendinden çok düşünüyor. Biz onu kirlettikçe, o bizi temizlemeye çalışıyor. Bizde bunca şeye rağmen hala "yaşamaktan nefret ediyorum, hayat çok iğrenç" diyebiliyoruz. Bence hayatın tek bir suçu var. O da bize her defasında yeniden fırsat vermek.


Bunca acının,derdin,sorunun,çözümsüzlüklerin,çıkmazların ve daha bin türlü negatifliğin üreticisi olarak ona buna bok atmayı bırakıp kendimize bir bakabilsek.. Belki mutlu mesut yaşarız bir gün. Hayat memnun,biz memnun... Ah ütopya ah. 


En azından bu yazıyı yazdığım süreç içerisinde, bana bunları idrak etmem için fırsat verdiğin için çok teşekkür ederim hayat. İnsanız sonuçta, elbet unutacağım bunları en kısa zamanda. Ama olsun ! Sen yine tek suçunu işlemeye devam et, bunları hatırlamamız için çabala yine. Belki bir gün unutmamak üzere hatırlarız güzelliklerini.. Bak yine senden suç işlemeni istiyorum. Ne beklerdin ki, bencilim işte... 


Çok sahiplenmeden, 
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın,
Ucundan tutarak…
_____________________________________________

Bazen çok bilinmeyenli bir denklem; içinde sürüklenip kaybolup gittiğin, 
bazen de basitliği karşısında afallayıp, alaya alıp, küçümseyerek, "es" geçtiğin. Life's good.

Hayat/ta (u)mutlu olamayız bu gidişle- di mi Hayat ?

"Hayat çok acımasız" 'dan dem vururuz sürekli değil mi ? Dertler,sıkıntılar geldiği zaman hep üst üste gelir. Can yakar, umutsuzluğa yöneltir,yorar. Bizde Serdar Ortaç önderliğinde "Hayat beni neden yoruyorsun" diye sorar dururuz. Suçu hep hayata atarız. Yaşamak zor deriz. Çünkü kolay olan budur. Kendini, bizim savunabildiğimiz şekilde savunamayan bir şeye suç atmak en kolayıdır. Halbuki hiç düşünmeyiz, acımasız olan hayat mı yoksa bizler miyiz diye. Yormak,üzmek ve acı çektirmek konusunda,değil hayat, hiçbir şeyin insanlar kadar başarılı olabileceğini sanmıyorum. Nasıl bencil bir türüz ki yarattığımız onca karmaşanın suçunu , içinde bunca güzelliği barındıran bir mucizeye atabiliyoruz ? Sanki hayat bizden çok mu memnun ? Mesela ben hayat olsam benden memnun olmazdım. Ben bile benden,kendi türümden memnun olamazken hayat nasıl olsun ki ? Bunları sormayı geçtim, bu karşılaştırmayı yapamayız bile. Bi'kere onun kadar sabırlı olamayız biz. Her gün güneş doğuyor mesela. Bize her gün,her sabah tekrar bir şans veriyor. Hemde hiç bıkmadan,usanmadan. Kendi entrikalarımız ile boyayıp,görmeyi reddettiğimiz bütün güzelliklerini bize her yeni gün sunmaya çalışıyor. Kendini düşünmeyen her varlığı, kendinden çok düşünüyor. Biz onu kirlettikçe, o bizi temizlemeye çalışıyor. Bizde bunca şeye rağmen hala "yaşamaktan nefret ediyorum, hayat çok iğrenç" diyebiliyoruz. Bence hayatın tek bir suçu var. O da bize her defasında yeniden fırsat vermek.


Bunca acının,derdin,sorunun,çözümsüzlüklerin,çıkmazların ve daha bin türlü negatifliğin üreticisi olarak ona buna bok atmayı bırakıp kendimize bir bakabilsek.. Belki mutlu mesut yaşarız bir gün. Hayat memnun,biz memnun... Ah ütopya ah. 


En azından bu yazıyı yazdığım süreç içerisinde, bana bunları idrak etmem için fırsat verdiğin için çok teşekkür ederim hayat. İnsanız sonuçta, elbet unutacağım bunları en kısa zamanda. Ama olsun ! Sen yine tek suçunu işlemeye devam et, bunları hatırlamamız için çabala yine. Belki bir gün unutmamak üzere hatırlarız güzelliklerini.. Bak yine senden suç işlemeni istiyorum. Ne beklerdin ki, bencilim işte... 


Çok sahiplenmeden, 
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın,
Ucundan tutarak…
_____________________________________________

Bazen çok bilinmeyenli bir denklem; içinde sürüklenip kaybolup gittiğin, 
bazen de basitliği karşısında afallayıp, alaya alıp, küçümseyerek, "es" geçtiğin. Life's good.

Mutlu Son(suz)lar**

En zoru hangisi diye çok düşündüm. Gitmek mi yoksa kalmak mı ? Yoksa gitmiş gibi yapıp, hala orada duruyor olmak mı ? Aklınız oradaysa gitmek her zaman zordur. Gerçekten gitmiş olabilmek için beyninizi de orada bırakıp gitmeniz gerekir. Anılarınızı, geçmişinizi, hayallerinizi.. Her şeyi terk ettiğiniz yerde bırakmanız lazım ki, gitmenin hakkını vermiş olasınız. Ne demiş büyük üstat Cemal Süreya : " Gitmekle gidilmiyor ki.. Gitmekle gitmiş olmazsın. Gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır." Peki ya hangisini bırakmak daha kolaydır ? Gönül ? Akıl ? Anılar ? Hangisi olmadan yaşayabiliriz ki ? Diğerlerine nazaran en kolay vazgeçilebilecek olan şey anılardır belki. Anıları bırakmak kolay mı ? Hatırlamak için hafızamız varken, unutmak için bir şey yapamıyor olmak hayatın bize attığı en büyük kazık belki de söylendiği gibi... Ama yaşananları, anıları, geçmişi atarsak elde ne kalır ? Bizden geriye ne kalır ki o zaman ? Biz unutmaya çalıştığımız, acı veren şeyleri bile sırf onlardan kalma olduğu için sevmedik mi hep ? Acıya bu yüzden bağlanıp en ufak bir şeyde iç geçirmedik mi ? Peki neden bu gitme isteği ? Neden bu kaçış ? 

Bir de şöyle bir mevzu var aslında... Mantıkla, kalbin savaşından daha önce de bahsetmiştim, bilirsiniz. Zaten çok zor bir mevzu evet,biliyorum.. Farkında mısınız bilmiyorum ama insanlar bize gidecekleri yere kadar eşlik ediyorlar. Özür dilerim sürekli özlü sözlerden alıntı yapıyorum ama elimde değil. Neyse konumuza dönelim. Biriyle bir yola çıktığımızda, yol ayrımında kahrolan oluyoruz. Ağlıyoruz, sızlıyoruz, acı çekiyoruz, sayıp sövüp içip dağıtıyoruz. Her seferinde kendimize bir yol çizmek için söz veriyoruz. Bazen gerçekleştiriyor, bazen gerçekleştiremiyoruz. Mantık demiştik, evet. Mantığımızla yapılan bir eylemdir bu. Mantık, duygulara gelen ağır darbeden sonra işlemeye başlıyor çoğu zaman. Bu mantık bize diyor ki "Kendi yolunu çiz. İlle de biri olacaksa o sana eşlik etsin." ee.. Sonra ? Yol ayrımına geldiğimizde biz gideceğiz. Geride bırakan, üzen, kıran biz olacağız. Bir şekilde kısır döngü oluyor. Giden olmak, kalan olmak, bir şekilde hep bir yerlerden patlak veriyor bu mevzu. Şimdi üzerinize afiyet bir sorum olacak. Yok mudur bunun bir orta yolu ? Hep üzmek yada üzülmek zorunda mıyız ? Neden sürekli yol ayrımları var ? Aynı yolun sonu için çabalıyoruz sonuçta. Hepimiz öleceğiz. Pardon, bu biraz fazla son oldu. Herkesin hayatta istediği şey güzel bir gelecek, mutluluk, huzur, yeri geldiğinde para, yeri geldiğinde sağlık değil midir? Sevdikleriyle birlikte mutlu mesut bir gelecek istemiyor mu herkes? Peki neden bu savaş ? Sahi aklıma geldi. O kadar kolaylıkla elde edebileceğimiz bu istekleri neden binbeşyüz tane saçma işlemden geçirip kör düğüm haline getiriyoruz ki ? Aklım almıyor. Çıldırıyorum böyle şafağa yakın saatlerde. Çok felsefik oluyorum farkındayım. Ama elimde değil ki... Bir şekilde bir çıkış olmalı. Çıkışlar,kaçışlar,çözümler... Hep ardı sıra benzer düşünceler. Sonrasında ise hep ne oluyor biliyor musunuz ? Her zamanki gibi ütopik hayallere, isteklere dalıyorum. Allah'ım diyorum. Keşke bütün bu şeyleri değiştirebilecek gücüm olsaydı. Sihirli bir değnek belki, belki de yağmurla birlikte insanların üstüne yağıp,herkesin düşüncesini değiştirecek bir peri tozu. Yada bunun gibi ütopik diyarlardan gelen bir şey. Keşke öyle bir imkanımız olabilse.. Neyse işte bütün bu mevzular çok derin. Elden bir şey gelmez. İnsanın kendine bile güvenemediği bir hayatta, böyle edebi yazılarla hiçbir şeyin değişmeyeceğinin gün gibi farkındayım. Ama insan istiyor, elde değil. 


En iyisi şöyle yapalım. Verin toz pembe gözlüklerimi, kaldırın etraftaki bütün kötülükleri. Sadece yol arkadaşlarım kalsın yanımda, ailem, sevdiklerim... ha birde hayali masallarımın en masum kahramanları... Bir varmışla başlasın ve hiç bitmesin. Mutlu son istemiyorum ben. Sadece "mutlu" olmak istiyorum. Mutlu olmak, mutlu etmek, mutluluk görmek istiyorum. Kelebek ömrü kadar olmayanından, acaba ne zaman bitecek diye rahatça yaşayamadığımız,kısacık olmayan mutluluklar. Yarın uyandığımda siyah-beyaz hayatıma geri döneceğim, biliyorum. Ama hayal etmek çok güzel... Hayallerden uyanmak belki çok zor, çok ağır. Ama hayallerde de yaşamazsak bu duyguyu hiçbir zaman yaşayamayacağız. Bundan eminim artık. Zor çünkü. Yaşamak hayal etmekten çok daha zor. Basitleştirin sizde benim gibi. En azından bu yorucu hayattan 15 dakika çalın ve biraz da olsa uzaklaştırın acımasız gerçekleri. Yalnız unutmadan belirtmeliyim; çok çok önemli bir kuralı vardır hayal kurmanın;


"Bu rengarenk hayal dünyasına adım atmadan önce bütün gri fazlalıklarınızı kapının dışında bırakın... ve bu dünyadan çıkarken asla yanınıza oraya ait bir renk almayın. İki dünyayı birbirinden ayırt edebilmenin tek yolu bu çünkü. Fark edilmeden mutlu mesut yaşayabilmenin tek yolu bu..." 
_________________________________
we were living for the love we had and living not reality !
it was just my imagination...

Mutlu Son(suz)lar**

En zoru hangisi diye çok düşündüm. Gitmek mi yoksa kalmak mı ? Yoksa gitmiş gibi yapıp, hala orada duruyor olmak mı ? Aklınız oradaysa gitmek her zaman zordur. Gerçekten gitmiş olabilmek için beyninizi de orada bırakıp gitmeniz gerekir. Anılarınızı, geçmişinizi, hayallerinizi.. Her şeyi terk ettiğiniz yerde bırakmanız lazım ki, gitmenin hakkını vermiş olasınız. Ne demiş büyük üstat Cemal Süreya : " Gitmekle gidilmiyor ki.. Gitmekle gitmiş olmazsın. Gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır." Peki ya hangisini bırakmak daha kolaydır ? Gönül ? Akıl ? Anılar ? Hangisi olmadan yaşayabiliriz ki ? Diğerlerine nazaran en kolay vazgeçilebilecek olan şey anılardır belki. Anıları bırakmak kolay mı ? Hatırlamak için hafızamız varken, unutmak için bir şey yapamıyor olmak hayatın bize attığı en büyük kazık belki de söylendiği gibi... Ama yaşananları, anıları, geçmişi atarsak elde ne kalır ? Bizden geriye ne kalır ki o zaman ? Biz unutmaya çalıştığımız, acı veren şeyleri bile sırf onlardan kalma olduğu için sevmedik mi hep ? Acıya bu yüzden bağlanıp en ufak bir şeyde iç geçirmedik mi ? Peki neden bu gitme isteği ? Neden bu kaçış ? 

22 Eylül 2011 Perşembe

A.cıya Ş.ikayetsiz K.atlanmak

Bir gece dargın kalsak uyuyamazdım ben. İlle bir şirinlik yapıp alırdım gönlünü. Suçsuz olsam bile seni tanıdığım için yine ben konuşurdum. Sensiz yapamazdım çünkü. Sende bensiz yapamazdın. Öyle derdin. Nefestik. Candık. Aşk'tık. Ne oldu peki böyle ? Bu neyin nesi ? Neden yanımda yoksun ? Neden hiç olmadığın kadar uzaksın ? Sahi hiç mi özlemedin beni ? Hiç mi düşünmedin beni , benim seni düşünüp de ağladığım o kör gecelerde.. Hiç mi bakmadın benimle aynı anda Çoban Yıldızına ? Aynı anda hiç mi dinlemedik 89.0'ı ? Hiç mi "Aşkı hisset" dediğinde aynı anda iç geçirmedik ? Bu kadar dayanmamı sağlayabilecek kadar büyük bir kırgınlığı bana yaşatmış olmana rağmen bir kere bile gururunu yenip, sadece bir kereliğine bile özür dileyemedin mi ? Sonra konuşmasan da olurdu. Bir kere özür dilerim diye mesaj atsaydın, yada boş mesaj atsaydın... Bir şey yapsaydın işte. Bir kere bana gerçekten değer vermiş olduğunu hissettirseydin ne olurdu ? Hiç mi hak etmedim bunu ? Hiç mi sevmedin beni böyle ? Hiç mi ? Sesin.. O uykulu belli belirsiz sesin.. Yapamadım AŞK. Seni çok özledim diyemedim. Boğazımda düğümlendi tüm diyeceklerim. Halbuki o kadar çok düşünmüştüm, hazırlamıştım diyeceklerimi. Ama bana da hak ver. Hiç bişeyi senin kadar çok kaybetmedim ben.

Bir zamanlar birdik biz. Tektik. Yoksa insanın canı bu kadar yanmaz !

Şimdi sen mışıl mışıl uyuyorsun ve ben seni izleyemiyorum... Uyu meleğim. uyu...

20 Eylül 2011 Salı

Gel(de)medin ki...**

İlk defa bu kadar çaresiz kaldım. Nereye saldıracağım diye bilemeden, saçma sapan davranıyorum. Sen olsan daha kolay olurdu. Kendimi yendim, düşüncelerimi, duygularımı, her şeyi yendim. Sırf seni aramamak için sarhoş olmayacaktım güya. Onu bile yapamadım. Sarhoş cesaretiyle mesaj atmasam, numaranı değiştirdiğini bile bilmeyecektim. Bir zamanlar gerçekten istediğim şey olmuş aslında. Bitmişiz biz. Kalmamışız. Aklımda da kalmasaydın keşke. Nasıl geçer bu ömür sensiz ? Dayanamam. Dayanamıyorum. Of. Bu nasıl bir gece ? Bu günler nasıl iğrenç ? Neden her taraf bu kadar sessiz ? Niye dünya bomboş ? Tıklım tıklım yalnızlık... Allah'ım ne olur yardım et. Bitsin bu işkence.


Ah yandım ben Allah'ım.. Buna can dayanmaz..
Al onu getir geri, bir daha vermeyeyim..
Al onu ver bana geri.. !
_____________________________________________


Ne kadar az yol almışım, ne kadar az yolun başındaymışım meğer..
Elimde yalandan,kocaman,rengarenk,geçici,oyuncak zaferler...


Küçüğüz...

18 Eylül 2011 Pazar

Sevişmeler korkak değil../..Düşler yaralı** (Alıntıdır)


selamıma düşerse aşk, 
ellerinden öperim 
mümkünse kavgasız zamanların, 
incelikli sabahlarında görüşelim


zaten susmayacaktım 
sadece avutacaktım vedaları 
bir kadeh şarap içer misiniz..? Ardından, 
uyuturuz bütün sefil aldanışları 


tutkunun doruklarında bekliyorum 
müsaitseniz, 
beraber kandıralım isimsiz dokunuşları 


beni beklerken buldular kaçıp giden sevdaları 
iyi niyetime gelmiş, 
artık tutuklamıyorum duasız sürüklenen kayıpları 


utancımı bağışlayın, 
korkularımdan temizleyemedim fütursuz soyunmaları 
sakıncası yoksa yardımınızı isteyeceğim, 
o narin ellerinizle üzerimden çıkartır mısınız, 
işe yaramayan yılışık avuntuları..? 


gözlerimden öpmeyin, ayrılık getirir 
batıl bir inanç doğru ama, 
siz dudaklarınızı dudaklarımda gezdirin 


hayır, üşümüyorum 
dirileşen, biriken özlemlerimin teni 
ışıkları yakmayın ne olur, 
nefesiniz gözlerimin rehberi 


biliyorum, beni sevmek istiyorsunuz 
ama önce bir itirafım olacak; 


düşlerime tecavüz ettiler, 
bakire değil gülümseyişlerim 


..artık her şeyi öğrendiniz 
isterseniz şimdi beni, 
sev(mey) ebilirsiniz....

Pelin Onay

17 Eylül 2011 Cumartesi

Ah şu papatya falları**

Şarkılar bile aleyhime sanki. Her radyo açışında insan aynı şarkıyı duyar mı ? Hayır yani Sezen abla 3 yıl sonra albüm çıkaracağın tuttu anladık da neden şarkılar bu kadar manidar ? Hadi şarkıları geçtim. Peki ya Joytürk'e ne demeli ? Her şarkıdan sonra bana onu hatırlatmak zorunda mı ? Ben yeterince hissediyorum zaten senin demene ne gerek var. Hadi bunlara alıştık. Ya yıldızlara ne demeli ? Neye meydan okur gibi duruyor orada en parlağından ? Ben mutlu mesut yaşatmak istiyorum onu kalbimde. Neden içime hüzün dolduruyorsunuz ki hepiniz birden. 


Nerede , ne yapıyor bilmeden sürekli aynı sevgiyle hissetmekte kolay iş değil, takdirimi de isterim. Bilmiyorum belki de telepatimize güveniyorum. Sürekli aynı şeyleri hissederdik. Belkide o da bu ara benim onu özlediğim kadar beni özlemiştir, o yüzden aklımdan çıkmıyor. Yada ben kendi kendime düşünüyorumdur. Kendi kendime yaptığım eylemlerde sınırları zorluyorum zaten. Kendi kendine konuşmayı, yazışmayı falan geçtim, şimdide kendi kendine telepati çıktı başıma. Ama haksız da sayılmam. Hayal dünyamda yaşıyorum bu bir gerçek. Ama o dünya olmasa yaşayamam ki... Kendimi çok küçük bir anlık ta olsa mutlu etmek için güzel şeyler düşünüyorum daha sonra gerçeğin o soğuk yüzü her zaman çarpıyor yüzüme. Her şeyi kendi kendime yaşadığım aklıma geliyor. Hiç bir zaman karşılıklı yaşayamadım zaten ama artık çok daha fazla korkuyorum "Aşk"ları karşılıklı yaşamaktan. Çünkü aslında öyle olmadığını biliyorum. Hep aynı şey olmazdı yoksa. Bencillikte edemiyorum ki. Bensiz mutluysa mutlu olsun yani. Ama işte hep kendi kendimi bu hale getiriyorum. Gururunu yıkmaktansa beni yıkan insanlara değer verdim hep. Ama ben yine hep aynı pollyannayım. Böyle olmasam hayat nasıl geçer. Bunca acı gerçekle nasıl yüzleşilir ? Otururum ay ışığının altında, yakarım sigaramı, açarım Sezenim'i dinler dinler hayallere dalarım. Böyle de mutluyum. Bak yine Nazım baba geldi aklıma.. " Sensiz de yaşarım, ama senle bir başka yaşarım. "  Onsuz yaşayacağım hiç aklıma gelmezdi tabi önceden. Şimdide Sezenden geldi aklıma; " Yalnızlaşmışız iyice, üstelikte alışmışız. Hiç beklentimiz kalmamış dosttan bile.." Ama en güzeli de bu değil midir zaten ? Ne kadar az beklenti o kadar az yıkıntı. Kendi beklentilerini kendi hayal dünyanla karşılayabiliyorsan senden mutlusu yok. O zaman buradan vardığımız sonuç benden mutlusu yok. (Hassssssiktir lan!) Neyse sayın kendim. Diyeceğim o ki tut kendini. Ne yap ne et tut ! Bunca zamandır seni düşünmeyen bir insan seni , senin onu sevdiğin kadar seviyor olamaz. Varsın o olmasın. Yaşa sevgini de , aşkını da , her bişeyini de içinde. Daha az kırılır, daha az üzülürsün. Olmayacak nedeni, gelmeyecek gideni bekleme ! İçinde oldur, tüm olmayacakları. En temizi be.


Neden şarkılar hep onu hatırlatıyor ?
Neden tüm tabiat ondan bahsediyor ?
Bir insanın özlemi içimizi nasıl bu kadar çok yakabilir ?
Biz böyle sevmeyi nereden öğrendik ? 


Sakın tut'ma ellerimden. 
Bir kere daha değersen yüreğime,ölene kadar bırakmam !
________________________________


Yalnız aşkı vardır aşkı olanın, ve kaybetmek daha güç bulamamaktan. Sen yüzüne sürgün olduğum kadın, kardeşim olan gözlerini unutmadım.

13 Eylül 2011 Salı

B'aşk'a türlü birşey //

Bu sayfayı açarken kendi kendime söz vermiştim. Sadece gerçekten "gerçekleri" yazacağıma dair. Şimdiye kadar da bunu bozmadım. Ama bundan sonra yazmak istediklerim için kendi kendime kızıyorum. Tersini mi yazsam yoksa içimden geçenleri mi yazsam bilemiyorum. Ama bitti ki artık. Görev tamamlandı. Anladım. Olmayacak. Yapabileceğimi sandım ama hayır. Yapamayacağım. Unutmak adına hiç bir umut yok. Yalanım yok, unutmayı Allahına kadar istedim. Yapamadım. Ama artık unutmak istemiyorum. Unutmamak içinde elimden geleni yapmaya karar verdim. Ama artık her hatırladığımda sinirlenerek yada ağlayarak değil. Bütün güzel anılarımızı biriktirip, onu yanımda yaşatarak hatırlayacağım. Anlık sinirlerimin hepsinden arınıp, kafamı tamamen toplayıp, yapacaklarıma karar verdim. Ne kin, ne nefret, ne de özlem... Hiç bir duygunun bu kararımda bir etkisi yok. Benim için o hiç kimsenin olamayacağı kadar özel bir yerdeydi. Bundan sonra da öyle olacak. Muhtemelen o olmayacak ama aslında hep benimle zaten. Bilmese de benimle... Böyle işte. Ha ! Diğer konuya gelirsek. İkisi de aynı aslında. Hep benimle birlikteler. Hepte öyle olacaklar. İfade zorluğu yaşıyorum yazarken. Tarif edilemez çünkü. Neyse bu kadar yazmakta yetti rahatlamam için. Oh.

"Yanında şeker getirmeyi unuttuğun ve benimde almaya üşendiğim için şekersiz içtiğim çayları bile özledim. Seninle uyumamayı, uykusuzluktan bayılana kadar, aptala dönene kadar saçmalamayı, olmayacağını bilsek bile hayal kurmayı... her şeyden ziyade -BİZİ- çok özledim."
______________________________________________


Sen tüm korkulara kapa gözlerini yine de aşk !
Çünkü ben çiçeklerin çiğ rengine sakladım seni.
Bana seslenen düşlerine değdirdim yüreğimi..
Bilsen kaç bin yıldır orada uyutuyorum ben seni..  

Düş'mek adına masallar //

Tıpkı ikimizin arasında olduğu gibi içimde de uçurum var. Bir de umutlarımla ucu ucuna ekleyip, uçurumları atlatmayı hedeflediğim hayali köprülerim. Tam tamamladığımı sandığım anda kopup duran ve beni gerçeğin soğuk yüzüyle baş başa bırakan o narin köprülerim.

Her defasında; yıllardır azimle geçmeye çalıştığım o uçsuz bucaksız uçurumdan düşüp, yine kendimi aynı uçurumun kenarında bulduğum düşlerim var. Ama artık fark ettim ki o düşlere,düşmek için dalıyorum. O köprülerin her zaman kopacağını bile bile, her seferinde aynı yerde uyanacağımı bile bile dalıyorum. Bir tarafta sürekli düşmek, bir tarafta da karşı tarafa geçme hayali... Hangisi daha iyi bilmiyorum artık. Düşünmeyi de bırakalı çok oldu zaten. Sadece düşmek için yaşıyor gibiyim. Gerçeklik her uyanışımda beynime ok gibi saplansa da, belki bir gün o uçurumun karşısına geçmeyi başarabilirim umuduyla düşmeyi göze alıyorum. Ama o köprüden geçmeyi hiç bir zaman başaramadım. Karşı tarafın nasıl bir yer olduğunu bilmeden yaşıyorum. Çünkü alıştığım şey düşmek. Sonuna ulaşamadan düşmek. Sadece oraya kadar düşleyebiliyorum.

Hayalini bile kuramadığım bir şey için yaşamak, beynime ve benliğime yaptığım en büyük hakaret oluyor. Ama o hayalini bile kuramadığım taraf benim yaşama nedenim. Yada bilmediğim için ben öyle sanıyorum. Sonra kendime soruyorum. Karşı tarafa geçersem bir daha çabalayacak neyim kalır ? Ama sürekli düşerek, her defasında da daha ağır yaralarla nereye kadar yaşanır. Hangisi daha zor karar veremiyorum. Sonunda yine düşüncelerimi geçiştirip düşlere dalıyorum. Yine aynı yerde uyanacağım ve kalktığımda yine aynı şeyleri düşünüyor olacağım. Olsun. Bu seferde böyle olsun. Belki bir gün yönümü değiştirip, düz yollarda yürümeye karar veririm. Sonra dağlara, tepelere tırmanırım... ve her şey bir gün mutlaka güzel olur. Masallar mutlu biter. Çünkü biliyorum ki, düşe düşe karşıya geçmeyi unutup sadece daha güzel düşebilmek için çabaladığım günler gelecek. Sonra da daha ileri. Bir varmış bir yokmuş. İyi uykular sevdiğim.

D/üşüyorum* sensiz düşlerde. 
Hadi düş düşlerime.
Buluşup o köprünün sonunda , ölelim kimsenin olmadığı o ıssız yerde.
Gerçek anlamda bildiğimiz hayatın sonu bu işte. 

...
....
.....

9 Eylül 2011 Cuma

Şimdi Uzaklardasın *-*

Ama yalan olamazdı ki o kadarı da. Olmamalıydı. Neden,nasıl,hangi amaçla diye düşünmeden inandım. Düşünme gereği duymadım bile. Ama öyle de olmuyor böyle de olmuyor. Hiç bir türlüsü olmuyor bu işin. Bilinç altımda ne şekildeyse artık, bulduğu en boş zamanımda içimi kemirip dışarıya çıkmayı başarıyor. Sadece uzak. Sadece eksik. Sadece ayrı. Hep yarım kalmış. Hep uzak kalmış. Hep itmiş. Hep itilmiş. Ama aslında en derinde. Gözyaşlarının altında gizli. Tüm karşıt sözlerin arkasında saklanmış. Her şey böyle işte. 


..ve şimdi hayallerim o günlerin izinde.


yarım kalmış her şey... o kadar işte. başka bir şey yok. Sadece yarım kalmış her şey. Tüm yarım kalmışlara...

2 Eylül 2011 Cuma

Sahi Düş'ündüm de **

İcat edilmiş ve icat edilecek bütün kesici, delici aletler; kenarı kırık bir düş kadar derin yara veremez insana.

...
Şimdi işin yoksa,
Kendini kaldırımlarla kıyasla.
Yine basıp geçsinler suratına
Yine dudaklarını kıpırdatama
Eh, tabii mekân yine Moda.
Ki zaten,
Bir Barış Manço yakışırdı,
Bir de sarı sonbahar,
Moda’ya.
Ha unutmadan,
Bir de Cemal Süreya.
...

_________________________________________________________________________________________________

Sen bana yalan söyledin.
Senin doğurduğun bir cümle,
Büyüdü, eli bıçak tuttu,
En erotik yerinden bıçakladı aşkı.
Aşk bağırdı sessiz bir komedi filminin
En gürültülü kahkaha efekti gibi
Aşk biraz da Şarlo'ya özenirdi
Sen kanlı festivallere ön grup olarak
Şehre geldiğin vakitlerde.


Morfinsiz çekilen "Düş" Sancıları - Alıntıdır
[Batuhan Dedde]