31 Aralık 2012 Pazartesi

biraz müzik **

Biraz müzik hakkında konuşalım. Mesela hayatım boyunca, bütün şarkılarını dinlemek isteyeceğim kadar çok sevdiğim bir sanatçı yada grup olmamıştı. Müzikteki değeri anlamama olanak sağlayan Quuen ve Beatles gruplarına bu yüzden biraz daha fazla bağlıyım. Beatles'ın her şarkısının müptelası değilim açıkçası. Grubu çok seviyor olmama rağmen, favorilerime girebilecek en fazla 10 tane şarkı çıkar. Bunlardan 3-4 tanesi de John Lennon'un single albümlerindendir muhtemelen. Özellikle Queen'den önerebileceğim ve gerçekten çok fazla güzel olduğuna inandığım onlarca şarkı var. Artık favori grup yada sanatçı gibi bir anketle karşılaşırsam, hiç düşünmeden Queen, Freddie Mercury şeklinde yanıtlayabiliyorum. Şarkıların devamı gelmeyecek olması çok kötü tabi.. Bu değişmez gibi geliyor bana ve değişmesini de istemiyorum. Ama bunlar dışında gerçekten müziğin hakkını verdiğine inandığım, şarkıdan çok sanat eseri olarak baktığım bir kaç yapıtı sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Sting - Desert Rose" - Gerçekten profesyonel anlamda bir şarkı yapmanın zorluğunu biliyorum ve az çok bunlarla uğraşmışlığım olduğu için, bu şarkıyı her seferinde dinlediğimde daha fazla haz almama sebep oluyor. Şarkı demeye gönlümün elvermeyeceği kadar güzel bir sanat eseri bence. Sevdiğim çok fazla şarkı vardır ama bu şarkı çok başka yahu.

"Toni Braxton - Un-Break My Heart" - Dinlemediğim binlerce güzel şarkı ve sanatçı olduğuna eminim. Ama benim tarzım ve dinlediklerim arasında en başlarda gelen, Toni Braxton'ın, ses'in dibine vurduğu, zenci gırtlağının hakkını verdiği ve iniş çıkışlarıyla gerçekten başımı döndüren bir şarkı.

"Amy Macdonald - This is the life"  - Belki bu biraz garip gelmiş olabilir diğer şarkılara göre. Ama gerçekten normal bir şarkıdan öte bir şarkı olarak gelmiştir bana hep. Başka yerlere alıp götürebilen nadir parçalardan olduğunu düşünüyorum. Gerek sözleri gerek müziğiyle, baya severim :)

"Blind Guardian - Bard's Song" - Bu baya bir tarz ayrımlarına girebilecek bir şarkı. Ama Blind Guardian gibi sağlam bir gruptan, bu şekilde hem yormayan hemde sıkmayan bir şarkının, favoriler arasına girmesini gerektiğini düşünüyorum.

"Scorpions - Still Loving You" - Yıllarca gönlüme taht kuran şarkı. Zaten Scorpions gibi harika bir gruptan çıkan böylesine slow bir aşk şarkısını kim niye sevmesin ki ? :)

"R.E.M - Losing my religion" - Üst üste bin kere dinlesem bıkmayacağım şarkılardandır. Çok güzel gaza getirir, fazla enerjiyi atmaya yardım eder. Açıkçası R.E.M'in diğer şarkılarını merak edip dinlemedim. Ama bu şarkı kesinlikle favorilerimde üst sıralarda.

Biraz klişe olarak görünebilir ama;

"Evanescance - My immortal"
"Celine Dion - My heart will go on"
"Christina Aguilera - Hurt"
"Kate Voegele - Hallelujah"
"Enya - Only Time"
"Whitney Houston – I Will Always Love You"

kesinlikle vazgeçilmez şarkılardandır. Ruh hali ve duruma uygun zamanlarda, çerez gibi gider :)

Yıllar geçsede en az ayda bir dinlediğim şarkılar arasında da;

"Muse - Unintended"
"Anastacia ft. Ben Moody - Everything Burns"
"Cat Stevens - Lady D'Arbanville"
"Demis Roussos - Goodbye my love goodbye"
"Michael Fugain - Une Belle Histoire"
"Edith Piaf - La Vie en Rose"
"Gary Jules - Mad World"
"Led Zeppelin - Stairway to Heaven"
"Chris Isaak - Life will go on"
"Sting - Shape Of My Heart"
"Travis - Last Train"
"Elton John-Sorry Seems to be the Hardest Word"

bunlar vardır. Özellikle Edith Piaf fazla vazgeçilmezdir. 

Bunların dışında Queen'e gelirsek;

Tabiki "Bohemian Rhapsody" ile başlıyorum. Bunun sanat eseri olduğu zaten genel bir kanı haline gelmiş.

"The show must go on" Her dinleyişimde Freddie'nin ölmeden önce söylediği son şarkılardan biri olduğu aklıma geldikçe daha da bir seviyorum. O arkadaki sololar ve o sesle nasıl da harika bir şey çıkıyor ortaya.

"Innuendo" Bu şarkının hem kullanılan ensrümanların bütünlüğü hemde dışa vurduğu kompozisyonla, insana aynı anda bir çok duyguyu yaşatabilen nadir şarkılardan olduğunu düşünüyorum.

Queen'in şaheserleri saymakla bitmez. O yüzden benim en çok sevdiğim albüm olan Innuendo'yu söyleyip bu kısmı es geçiyorum.

Freddie Mercury'nin sololarından ise;

"I was born to love you"
"Love me like there's no tomorrow"
"Living on my own"

bu üçü özellikle favorimdir. Her gün 4-5 kere dinlerim :)

Beatles' a gelirsek. Dediğim gibi en fazla 10 tane çıkar diye düşünüyorum. Bunlar da baya bilinen şarkılarla başlıyor.

"Hey Jude"
"Yesterday"
"Let it be"
"Girl"
"John Lennon - Imagine"
"John Lennon - Oh my love"

şuanda aklıma gelenler bunlar. 

Zevkler ve tarzlar ne kadar farklı olursa olsun, bu şarkıların çoğunun her insan tarafından sevilebileceğini düşünüyorum. 

_______________________________________


21 Aralık 2012 Cuma

Any way the wind blows**

Derslerden biriydi yine, en sevdiklerimden. Öğretmenle, hoca kavramı arasında kaldığım bir dönemdi, güzel bir dönemdi. Hoca yamağı dedikleri bir tabir vardır ya, o bendim işte. Severdim sevilmeyi, napayım. İnek miydim yoksa baş belası mı hala kestiremiyorum onu. Ama düşününce öyle öğrenci mi olur lan diye kendime sormuşluğum çok vardır. Neyse bunlar başka konular şimdi. 

Beni sevmeyen bir hocanın dersiydi. Dersi çok seviyor ve hocayı da çok cool buluyodum açıkçası. Hep istedim beni sevmesini. Ama o hep en yakın arkadaşımı sevdi. Sonra herkes onu sevdi. Beni de sevenler vardı ama hep 2. idim. Hiç birinci olamadım. Neyse işte ders başladı, hoca ödevleri kontrol edecek. Gerçekten elektrikler kesilmişti. Bütün gece gelmemişti. Birde çok fazla ödev yok diye yapmamıştık. Arkadaşımla evlerimiz yan yana olduğu için ne yapsak beraber yapardık. Sonra hoca gözde öğrencisinin ödevi yapmadığını duyunca biraz bozuk attı. Sıra bana geldiğinde de , " "o" elektrikler kesildi diye yapmadı, sende o yapmadı diye yapmadın dimi ? " dedi. 

O anki ruh halim aklıma geldikçe midem bulanır. O kadar kötüydü. İşte o küçücük minnacık bünyenin yaşadığı bu eziklik yıllarca büyüyüp büyüyüp müthiş bir komplekse dönüştü. Şimdi sorsanız adımı hatırlamaz, yüzümü görse belki tanımaz. Ama ben yüzünün her ayrıntısına, bir şey anlatırken ellerini nasıl kullandığına, boyuna, kilosuna kadar hatırlıyorum. O sinirle kitabın kapağını açıp, atarlı giderli bir şekilde süslü harflerle, "bu ders benim için bitmiştir" yazdığım anı daha dün gibi hatırlıyorum. 

Kimseye anlatamadığım bir kaç utandığım anımdan biridir. Neden bilmiyorum ama yara gibi bir şey. O yüzdendir ki haritayı yeni yeni öğreniyorum :) Bu da saklayabileceğim şeylerin ne kadar saçma ve kişisel olduğunu anlatma çabamdır. Bakır tel gibi bükülebilen bir insan olmak istemiyorum daha fazla ben. O yüzden o çukura merdiven saldım, gün be gün yukarı çıkıyorum. 


Thunderbolt and lightning -- 
very, very frightening me.

sağlıcakla.

13 Aralık 2012 Perşembe

(D)o zaman(ı) ^^

Do ile başladı, inceden inceden. Genelde tercih edilmezdi. Zaman geçti sesler değişti. Re ile devam etti. Pek tarzım değildi. Mi, fa, sol derken ısındı sesler, gülüşler. Sol ve La birbirlerini sevdiler. Ahenk içinde dans ettiler. Şimdi düşününce risk imiş fakat, açılsın dedi gönül, olacaksa Si olsun. Açıldıkça güzelleşti, güzelleştikçe acıttı. Kusursuz olsun diye uğraştıkça nefes tüketti. Zaman geçtikçe yorar.. İsteksiz bir hırıltıyla tekrar Do'ya dönüşür. Bu başlatan Do değil. Aynı gibi görünür fakat karanlık ve boğuktur. Ciğerleri patlatır, nefessiz bırakır, sözleri yutturur. Bütün iş diyaframa kaldı. Si'ye dönüp şarkıyı bitirebilirsek ne ala. Bütün iş nefeste...

--------------- /

Hayat zorlaşınca, çıkmaz sokaklarda soluksuz kalınca,
Azalınca manadan, seyyar sevdalarda parçalanınca,
Dil yetmeyince, göz görmeyince, gönül hissetmeyince,
Kırılınca camdan kalp, dönüp yalnızlığa kilitlenince,
O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz,
O zaman şarkı söylemeli çığlık çığlığa.
O zaman yüreğin yükü hafifler belki biraz,
O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz ..

30 Ekim 2012 Salı

It's all about Freedom.

Ne hayatın adı, ne hayalin tadı. Ne zekanın korkağı nede cehaletin tutsağı. Ne gerçeğin gücü nede yalanın öcü. 

Başkası ne düşünür diye düşünmeden bir şey yapmanın tadıdır en büyük özgürlük.


You can be anything you want to be
Just turn yourself into anything you think that you could ever be
Be free with your tempo be free be free,
Surrender your ego be free be free to yourself !!



29 Ekim 2012 Pazartesi

Severim bayadır.


Hüzünlü bitirdin sevda öykümü,
Olur-olmaz gelip, bölme uykumu.
Ben sende kaybettim bütün duygumu,
İstersen kalbimi hiç geri verme,
Beni rahat bırak, rüyama girme!

Seversin sanarak, sevmiştim seni,
Bir tek gün sevgili bilmedin beni.
Pamuk yastığıma koyma dikeni,
Gülistan olsam da gülümü derme,
Beni rahat bırak, rüyama girme!

Beni benden aldın, yitirdim özü,
İstemem görmeyi artık o yüzü.
Zaten habersizce çaldın gündüzü,
Ömrüme kastedip, defterim dürme,
Beni rahat bırak, rüyama girme!

“Seni seviyorum! ” diye bağırdım,
Güvenme dediler, sanki sağırdım.
Neden gelirsin ki, ben mi çağırdım?
Uzak dur, saçını yoluma serme,
Beni rahat bırak, rüyama girme!

Ağzından çıkmadı sevgi kelamı,
Sevene çok gördün bir tek selamı.
Bilmeden elimle buldum belamı,
Merhemin olsa da yarama sürme,
Beni rahat bırak, rüyama girme!

Son sözüm bunlardır sana hâsılı;
Gerilerde kaldı sevda fasılı.
Sanma ki duvarda resmin asılı,
Sen de yırt resmimi, bir daha görme,
Beni rahat bırak, rüyama girme!

Mustafa Türkmen - Alıntıdır.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Where is the sun ?

* İnsanlara acılarınızı anlatmayın. Çünkü en umulmadık anda sizi nereden vuracaklarını çok iyi bilirler.
İnsanlara hayallerinizi anlatmayın. Hevesinizi kırar, umutlarınızı yıkarlar.
İnsanlara onlarda gördüğünüz iyi yönleri anlatmayın. Kendilerini sizden üstün görüp, sizi beğenmezler.
İnsanlara hissettiklerinizi anlatmayın. Anlamazlar,inanmazlar, saçma bulurlar. Yorulursunuz.
İnsanlar üzerine hayal kurmayın. Acımadan yıkarlar.
İnsanları beklemeyin. Çünkü genelde gider ve dönmezler.
İnsanlar için yolunuzu değiştirmeyin. Çünkü sadece sizi kendi yollarının gittiği yere kadar takip ederler.
İnsanlar için acı çekmeyin. Muhtemelen siz acı çekerken onların umrunda bile değilsiniz.
İnsanlara kendinizi kanıtlamaya çalışmayın. İstesenizde başkalarının kafasındaki tekdüzeliği yıkamazsınız.
İnsanlara acımayın. Gün gelir acınacak hale getirirler.
İnsanlar değişir sanmayın. Geri dönenin bir amacı, güzel konuşanın bir hevesi vardır.
İnsanlara güvenmeyin. Güven tek kullanımlıktır. Yıkıldığı an hayat daha zordur.
İnsanları şarkılarda aramayın.Kalple beraber ruha da acı çektirmeye gerek yok.
İnsanlara zayıf yönlerinizi anlatmayın. Sürekli açık ararlar.
En iyisimi insanlardan uzaklaşın. En güzeli, en temizi. 


   İnsanları tanıdıkça yalnızlık güzelleşiyor..

31 Ağustos 2012 Cuma

meanless**

Uzun zaman sonra ilk defa aklıma geldi bir bloğum olduğu. Ne yalan söyleyeyim eski bir dosta kavuşmuş gibi sevindirik oldum. Biraz karıştırdım yazdıklarımı, geçmişte hissettiklerimi. Zaman ne çabuk geçiyor ve herşey nasıl değişiyor. Akıl almaz bir şey. Çok özendim edebiyatla dolup taşan ruhuma. Yazsam mı ki bi yazı daha. E hadi o zaman.

Fırtınaların, yağmurların ortasında kalmış kalpler var etrafta. O kadar çok ki.. Bu buluttan kalpler birbirine sürtününce, gözyaşları sel oluyor adeta.. Kaçınılmaz son. Yağmur toplayan güneş gibi yanıltıcı bir bahar havası, ardından hoyratça yağan yağmur. Halbuki çok bekledim yağsın diye. Gözyaşları yağmura karışsın, temizlesin tüm kederi, öfkeyi, sevgiyi, acıyı,boşluğu ve diğer her şeyi.. Ama asıl sorun şu ki, bu yağan rahmet temizleyemezdi bu kadar pisliği. Anca zaman temizleyebilir gecelerin kasvetine karışmış düşleri. Diyorum ki "hadi!". Ama ne yağmur var ne güneş. Ne kasvet var ne bulut. Ne acısı ne sancısı ne sevgisi ne nefreti.. hiç bir şey yok. Kalmadı.

Bugüne dek o kadar diretti ki haykırışların tınısı, dinlememek mümkün değildi. O zaman oydu, bu zaman buydu, şu zaman şuydu derken nerede kaldı bu hayat kavgası. Söylenmesi için yalvarılan, kurulan hayallerin zırvası ? Balıkların solungaçlarından devlerin tokasına kadar uzadı uzadı uzadı... Bitti.


Savurdum külleri tüm yeşillerin maviyle karıştığı yere, en dibe.

Bitti dedim, bitti.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Şiirlerime sığmayan bir adama yazıyorum gecikmiş tüm yazıları **

 Bizden esirgediğin her şeyi; özgürlüğünü, cesaretini, kendini hep bir başka hayata ertelerken... Sessizliği çözen yeni bir kalp atışıyla uyandı gerçekler uykusundan... Bu umut’suzluk: Gerekçesiz geç kalmışlık, yaşamı anlamsızlaştıran... Seni özlemiyorum nicedir, şiirlerime sığmayan bir adama yazıyorum gecikmiş tüm yazıları... 

 Düşlerime dar ettiğin bu tek kişilik yatak daha kaç uykusuz geceye razı olacaktı; hangi gidişin gözlerimde ağlayabilir artık; kaç yarın akmadan seni bekleyebilir damarlarımda ve daha kaç sözcük boyun eğmeliydi yüreğimden damıttığım bu lal acılara? Sana kendini koru diye verdiğim silahla vurmaya kalkıştın beni; üç kelimeyle, üç kurşun sıkar gibi… Bir başkasıyla değil, aslında kendinle ihanet ettin sen bana… Keşke.. keşke affedebilseydim seni!

 Aşka zamanın yoktu, ne de cesaretin... Her seferinde bir tek bana dönebileceğini bilerek gittin... Ama bu son gidiş, son atlayışındı içindeki derin boşluğa; ellerini uzattınsa da, görmedim! Şimdi yok değil bir hiç’sin!.. Söz dizimlerine sığmadı affın, yüreğine de, temiz tutmayı beceremediğin geçmişimize de... Alınacak tek bir nefes bile kalmadı, düşlenen çalıntı mutluluklardan...Bari içimdeki çocuğun oyun arkadaşı olarak kalmayı becerebilseydin..Ona da razıydım oysa ben...

 Biz seninle konuşurduk... Bazen bir tek beden, tek bir ruh gibi; bazen herkes ve her şey adına bir tek cümleyle, saklamadan ve saklanmadan… Kendimizi anlattığımızı düşünürken, aslında kendimizi anladığımızı fark ederek konuşurduk. Hatırlasana, ne çok gülerdik. Sen, çok yaramazdın bütün o büyümeyen erkek çocukları gibi.. bir de martılar vardı ve benim seni bile sinir eden şu çay meselem... Konuşmak.. çıplak, fütursuz, kendiliğinden... seninle bir tek, ama hayatla baş başa kalınca en çok, bunu özlüyorum! Olsun…

 Senden nefret etmeden ölmek ist(em)iyorum; sakın dönme!... Tozu yerinden oynatmak başıma bela açacak...Bizim aşk kalemiz yıkıldı.Kapat bu sayfayı; yüreğimin kanadını kırasım geliyor artık!.. 

 (alıntıdır)




29 Haziran 2012 Cuma

bütün mümkünlerin kıyısında**

Hayat bazen olması gerektiği gibi olmuyor ne yazık ki.. Sadece olduğu gibi işte. Olmasını istediğimiz o kadar çok şey var ki..yada olmamasını istediğimiz. Ama ne yazık ki bilinen bir gerçek olan, evrenin biz bakarken soyunamaması her işimizi zorlaştırıyor. Evrenin biz bakarken soyunamıyor olması, zararımıza olan en büyük şey bence. Bütün mümkünlerin kıyısında çırpınmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Ha oldu ha olacak diye kurduğumuz bütün hayaller, yaptığımız bütün planlar, biz ne zaman olduğunu bile fark edemeden hayatımızı değiştiriyor. Eskiden sıkıntı veren haller, lüksmüş gibi gelmeye başlıyor adeta. 

Bir yolu olmalı biliyorum, olmak zorunda. Belki bugün belki yarın ama olmalı. 


Her şey daha güzel olsun.
Hiç olmadığı kadar..




Bütün sıkıntılar uykularımızın ırzına geçerken, birbirimizin moralini bozmaya lüksümüz yok bizim


Sana diyorum, evet !



sevilen dizeler*

ve benim hiçliğime katık nörotik düşlerim vardı
ve kendi gölgemde kuruttuğum ağaç dalları
ve çıldırışlarım çeyizliklerin kadardı..
içi dar
ve sen sende var mısın şimdi,
bende kaldığın kadar ?





çünkü hayat olduğu gibidir,
olması gerektiği gibi değil.



birilerine p.s : (gündüz uyudum malum, sıkıntıdan bunlar.)

Adsız bi'şeyler**



Geriye dönemem ölümden beterdir yenilgiler,
Gözyaşlarım birer birer uykularımda toplanmış.

14 Haziran 2012 Perşembe

Harry Potter Deathly Hallows Part 2 Dönüşüm yolu hatası (Belirtilen dönüşüm yollarının geçerli olduğundan emin olun)

Hatayı çözemeyenler için bu paylaşımı yapmayı kendime borç bildim. :D

Registry'den

HKEY_LOCAL_MACHINE 
SOFTWARE
CLASSES
INSTALLER
PRODUCTS

Yolunu açın. Burada ctrl+f ile Harry Potter klasörünübulup, klasörün içindeki tranform key'ini silin.

Ben bu şekilde çözdüm. Başarılar :D


15 Mayıs 2012 Salı

**Ne kadar yakından ve arada uçurumlar..




Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri..

[Sana Giden Yollar Kapalı - Cemal Süreya]

**Ne kadar yakından ve arada uçurumlar..




Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri..

[Sana Giden Yollar Kapalı - Cemal Süreya]

8 Mayıs 2012 Salı

Bu yeniden başlamasından korktuğum kaçıncı sondu ?


"Kalbini çıkarıp sokak köpeklerine yem etmiştim. Kokun artık ceset kokuları gibiydi. Gözlerin siyah, simsiyah, şeytani.. Sürekli aklıma gelen düşüncen, istemediğim halde gelen spam mailler kadar itici, sıkıcı. Eskiden sensiz uyumak nasıl iğrenç bir duyguysa,artık düşlerime gelmen daha beteri. Uğruna çekmekten hoşlandığım tüm acılar, mutlu zamanlarımın ırzına geçmiş, yazık olmuş. Eskiden bakarken iç geçirdiğim o fotoğraflar,artık beyninde tümör olan bir hastanın röntgen filmine bakarken yaşadığı his gibi. O kütlenin orada olduğunu acı acı hazmetmeye çalışmak ama bir türlü kabullenememek. Eski halini bilmesem yeni suskunluğuna anlam vermek çok daha kolay olurdu. Zaten insanı yoran değişimler değil midir ki ? Alışmak sevmekten daha zor gelmemiş midir hep ? Bu arada gözlerin... Baktığımda ciğerine kadar gördüğüm gözlerinin ardında neden buzlu cam var ? Belkide , bir zamanlar bilmek istemediğim cevaplardan ötürü. Hani şu soruları artık bayatlamış olan. Neyse işte, sensiz geçtiğinde küfrettiğim tüm o günler var ya, hayatımın cenneti olmaya adaymış onlar aslında. Artık iyisinin de kötüsünün de hiç bir anlamı yok. Ben benim olanı aldım. Yaptığın en iyi şeyi yap bundan sonra da. Sus, git, görünmez ol yeter.. Böylesi daha güzel."



Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni,
Bırak vehmim de gölgeni,
Gelme artık neye yarar?

___________________________________

Sezen abla demişti, inanmamıştım.
Düşler ve Gerçekler ayrı ayrı yaşar.
mış.


O zaman SON !
Yeniden başlamasından korktuğum onlarca son'dan farklı,
Gerçek olan ne varsa da ki GERÇEK kadar son.



7 Nisan 2012 Cumartesi

Çocuk düşlerimiz yok artık !

Zannetmiyordum tekrar böyle hissedeceğimi. Etkisinin fazla uzun sürmeyeceğini umuyorum. Artık bloğa bir şeyler yazmak çok zor geliyor. Ama bu yazıyı belki görürsün düşüncesiyle yazıyorum. Binlerce son dediğim konuşmalarımdan sonra son demek saçma.. Ama çocuk düşlerimiz yok artık. Ne diyorum ben bile bilmiyorum. Eskiden bu laflar çok eskiydi.. Ama artık tamamen unutulmuş ve terk edilmişler. Hiç manası kalmadı bütün bunların. Elimizde bir tek numaralarımız kaldı geçmişimizden. Bir de zar zor hatırlanan, arada sırada akla gelen iyi yada kötü anılar. Sana vermemek üzere, senle konuşmak istediğim her şeyi kağıtlara yazdım. 20 sayfa tuttu biliyor musun ? Hemde söylemek istediklerimin çok az bir kısmıydı. O kadar çok içime oturuyor ki katlanamıyorum bazen. Vücudum antidepresana bile bağışıklık yaptı sanırım, yine aklıma gelmeye başladın. İyi manada değil tabi, iyi ve güzel düşüncelerin çok uzağındasın. Hakkımı helal etmiştim, sırf diğer tarafta bile karşıma çıkma diye. Ama yok, yapamıyorum. İlk defa bir insana hakkımı helal etmiyorum. Ne yaptıysam yaranamadım, hep ters tepti. Yüzünü bile görmek istemiyorum. Sende bana bayılmıyorsun tabi. Ama bilmeni istediğim bir şey var. Her şeye rağmen, seni hayatımın sonuna kadar yanımda istiyorum dediğinde inanmış ve sözünü tutmanı beklemiştim. Ama artık bilmeni istediğim tek şey ; SENDEN NEFRET EDİYORUM.

Sonunda başardın.

20 Şubat 2012 Pazartesi

bamb'Aşk'a

Yaşadığımı , Beni öldürürken mi fark ettin?

Başkasını sevmen , bana acı verir mi sandın? Sen beni de sevmemiştin ki zaten..
Çocuktum , öyle inanmıştım ki döneceğine.
Bir bana mıydı yollarının dikeni ? Geç kalmaların , beni senden almalarına izin vermelerin, hep bu yüzden miydi?
Adına sevmek denen bir yoksulluk muydu bana sunduğun;ihanetlerinin zenginliğinde? 
Küfür küfür eserken ayrılık rüzgarı, bir bana mıydı hoşçakalların ?
Bir sen kalmıştın oysa bana senden sonra.. Senden öncem zaten seninle bitmişti.
Onsuzluk, sonsuzluktan daha sonsuz demiştim soranlara. Ne büyük aptallıkmış meğer.
Dedim ya, çocuktum işte .. Öyle inanmıştım ki döneceğine.. 

Ölüm uzun bir vedadır sevgili. Ve rüyalar uyumak için değil uyanmak için vardır.
Kes biletimi. Kendime dönüyorum ben. Kalbimin kırıklarını birleştirsem de eskisi gibi olmuyor nasılsa.

Sesime küstüm.
Yağmurlarımı tükettim.
Şemsiyeler ıssız kaldı.


Büyümeden yaşlandım ben. Hayat bana ilk gördüğüm insanların, ilk gördüğüm gibi olmadığnı öğretti.
Büyük hayallerin kırıkları da büyük olur ama ne yapayım , yıldızlar da ancak kendini yakabildiği sürece yıldızdır.
Allah'ım bana yaşattığın nasıl bir denge; ben onun için yanmaya bu denli hazır , o benden gitmeye bu denli teşne..
Hiç bilinmezli denklemim , ne garip değil mi aşkın nefreti kolaylaştırması ?
Kendi yaramın yabancısıyım şimdi. Kalabalığım çok , insanım yok. İnsana insanla varılır oysa ki..

Sensizlik değil giderken bıraktığın, düpedüz bensizlik!
Senden sonra 'biz' olmadı bir daha . Varlığımdan yokluğunu çıkarınca geriye hiç kaldı. Ne peşinden koşabildim ne kendimde durabildim . Yine de hiç kimseye vermedim, bana verdiğin acıyı .

Yaz soğuğunu tanıdım senden sonra . Senden sonra , başka sonralar da oldu . Ama ben en çok seni bekledim senden sonra. Ne kadar çoğalsam , hep bir kişi eksik kaldı . Şimdi herkes biraz sen gibi ama kimse değil senin gibi..

Artık kendini bile ısıtamıyor , altı kısık kalbimin ateşi . yazdım , yazdım , yaza yaza azaldım. Adam olamadı içimdeki çocuk. Kalbimin kilidini açacak anahtar kelimeler bilsem de hep figüran kaldım kendi filmimde. 
Bir ben etmedi senden kalanlar. Aslında ben hala benim de... Tanık bulamıyorum kendime . Yinede çalan her kapıya koştum belki benimdir diye... Kendimden yaptığım uçurumları armağan ettim kendime . Meğer sensizlik;düşerken kaybolmakmış uçurumun içinde ...
ilikler bile düğmeler boş kalmasın diye varken, sen neden düştün yakamdan?
Çocuktum işte öyle inanmıştım ki geleceğine...

Kader yarışının galibi mağlup olanlarmış . Yıllar sonra döndün mağlup bıraktığın yere.
içimi dolduran ıssız boşluk , kalbimi ölü ele geçirişin ve geçmiş zaman bahçelerinde beni hala aynı çocuk zannedişin..

Herşey çok değişti sevgilim. Ben ozamanlar sana sen olduğun için ve olduğun şeye ihtiyaç duymadığın halde bile hastalıklı bir şekilde aşık olmuştum .
Şimdi beni kendinden nasıl taburcu edeceksin? diye sormuştum.
ama artık çocuk değilim işte.. Çok büyüdüm ben sensizlikte.
Bugün anlıyorum ki : bire hiç eklemekmiş gelişin.

Haydi , şimdi güle güle ...
Sana özgürlüğünü, pişmanlığının kölesi olman için veriyorum ve seni kalbimden taburcu ediyorum sevgili!

Ne oldu ?
Hoşçakalamadın değil mi? 



[Kahraman Tazeoğlu - alıntıdır]



18 Şubat 2012 Cumartesi

Geçmişli Şimdiki Zaman

Baştan sona hayatımı düşünüyorum. Masumlukla başlayıp, git gide kirlenen hayatımı. "Biz büyüdük ve kirlendi dünya" değil bence. Biz büyüdüğümüz için kirlenmedi. Dünya hala temiz, kirli olan biziz. Temizlenmek çok mu zor peki ? Geçmişi silmenin, temizlemenin bir yolu var mıdır ? Her ne kadar silemezsek de en azından temiz devam edemez miyiz? Bence ederiz. Şahsen bunu yapmaya başladım. Hayatımı temizlemeye başladım. Çünkü artık nefret ettim. Soğudum. O kadar çok nefret ettiğim şey yaptım ki.. O zamanlar hepsinden nefret etmiyordum tabi. Asla yapmam dediğim çok fazla şey yaptım. Fazlasıyla pişman olduğum çok şey var. Ama fark ettim ki pişman olmak geçmişi temizlemiyor. Her şeyi daha da zorlaştırıyor. O sebeple bende bir karar verdim. Geçmişi unutmanın yolu onun pişmanlığını taşımak değil, o pişmanlıkları tekrarlamamak. Her ne pahasına olursa olsun bunu başarabilirsem, işte o zaman geçmiş geçmişte kalacak.

31 Ocak 2012 Salı

Gözümde canlanır koskoca mazi ^^

Özlediğim şeyleri anlatayım mı ? Hep birlikte olmayı özledim. Bütün sevdiklerimin bir arada olduğu günleri özledim. "Sevdiklerim" diye bahsettiğim kişileri gerçekten sevdiğim günleri özledim. Onları özlemeyi özledim. Bana değer verdiklerini hissettiğim günleri özledim. Henüz hiçbir şeyin kirlenmediği, sayfaların bembeyaz olduğu günleri özledim. Eskiden hep birlikte gittiğimiz yerlere, tek başıma değilde onlarla gitmeyi özledim. Hep beraber film izlemeyi, eğlenmeyi, ağlamayı, gülmeyi özledim. 
Bide bıktığım şeyleri anlatıyım mı ? Hep birlikte olmamaktan bıktım. Bütün sevdiklerimin bir arada olduğu günlerin geride kalmasından bıktım. "Sevdiklerim" diye bahsettiğim kişileri gerçekten sevdiğim günlerin geçmiş olmasından sıkıldım. Onları özlemeyi özlemekten sıkıldım. Bana değer verdiklerini hissettiğim günleri özlemekten sıkıldım. Henüz hiçbir şeyin kirlenmediği, sayfaların bembeyaz olduğu günleri özlemekten sıkıldım. Eskiden hep birlikte gittiğimiz yerlere tek başıma değilde onlarla gitmeyi özlemekten sıkıldım. Hep beraber film izlemeyi, eğlenmeyi, ağlamayı ve gülmeyi özlemekten sıkıldım. O günlerin bir daha gelmeyecek olmasından ve sıkılmaktan sıkıldım. Kısacası özlemekten sıkıldım. Öyle işte. 


Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık...

_____________________________________


Anladım hayatmış mazinin adı,
Yıllara karışan her şey ses verir.
Hasretle doludur geçmişin yadı,
Mazinin elemi bile tatlıdır.


[Nazım Hikmet'ten alıntılar]

28 Ocak 2012 Cumartesi

Carpe Diem ^^

‎"  İki şey: aşk ve şiir; Mutsuzlukla beslenir biri,biri ona dönüşür. "


Ne güzel demiş Cemal Süreya. Üstat bunu yazarken ne düşündü bilmiyorum ama benim okurken yaptığım çıkarım; mutsuzluk ile beslenen şey aşktır ve git gide şiire dönüşür. "Mutlu aşk yoktur" ne de olsa değil mi ? Aşkın varlığı yada yokluğu önce kanıtlanması gereken tabi ama var olduğunu kabul ediyorum. Fakat mutlulukla uzaktan yakından alakası yok bence. Karşılıksız aşk mutlu etmez mesela. Aksine mutsuzluğun babasıdır. Tabi bu mutsuzluğa alışma süreci geçtikten sonra insan mutsuzluğundan mutlu olmaya başlar o ayrı mesele. Bir sürü örnek var. Bildiğimiz, bilmediğimiz, gördüğümüz yada görmediğimiz binlerce örnek.. Çevremizde olanlar, geçmişten bugüne kadar gelen efsaneler, onlar, bunlar,şunlar.. Mutlu aşk olduğuna inanmıyorum kısacası. Sanırım Cemal Süreya da inanmıyordu. Bu denli aşk insanı olup da nasıl mutlu aşk olduğuna inanmaz bir insan değil mi ? Yanlış. İnsan, bazen hayatını inanmadığı şeylere adayabilir. Gayette mutlu aşkın varlığına inanmayan bir insan aşk insanı olabilir. Çünkü aşka aşıktır. Varyansların hiçbir önemi yoktur onun için. Aşka aşık olmak karşılıksız aşk kategorisine girer diye düşünüyorum. Bir aşkta mutsuzluk verebilecek şeyler arasında ilk 5'e de girer sanırım. Bir münazarada,doğru olmadığı bariz bir şekilde ortada olan bir konuyu savunmak gibi bir şeydir bu. Genel yargılar o şeyin yanlış olduğunu gösterir. Ama kazanmak için bütün yargıları saf dışı bırakmak zorundadır onu savunan kişi. Karaya ak demek gibi bir şey. Bilirsin o karadır. Ama onun ak olduğunu savunabilirsin. Tamamen gidişat ile alakalıdır. Hangi yoldan, hangi fikirden gittiğin ile alakalıdır. Sonunda kazansan bile o genel yargı değişmez. Sadece bir tür sihirbazlık yapmış olursun. El çabukluğu, göz yanılması gibi.. Kalp yanılmasıdır buda. Bütün hareketleri,sözleri ve olabilecek bütün fiilleri, aslında doğrusunu bildiğin yanlışı savunmak için birleştirirsin. Bakış açısı artık sadece o şekildedir. Sonuç mu ? Münazarada kazanabiliriz ama aşkta hayır. Her zaman ödül yoktur bu çabaların sonunda. Konu aşksa, ödül mutluluktur zaten. Mutlu aşk yoktur demiştim,  değil mi ? :) 
Peki bu kaçınılmaz sondan sonra ne mi olur ? Şair oluruz. Filozof olma yolunda ilerleriz. Depresyona gireriz. Efesin sponsor olduğu, dumanlı ve bol müzikli bir hayat geçirmeye başlarız. Bu süreç ne kadar sürer bilinmez, bünye meselesi. Fakat bildiğim bir şey var ki; aşk şiire dönüşmeye başladığı zaman hayata tek bir pencereden bakılıyor. Bütün renkli, cıvıl cıvıl hayallerin solmaya başladığı, aydınlığın git gide kararmaya başladığı,teması yağmurlu bir sonbaharı andıran bir hayat başlıyor. İstenen tek şey şiir ve yazılarla acımızı biraz olsun hafifletmek ve haykırmak oluyor. Bu duyguları bir daha nasıl yaşayabiliriz diye düşünmek ve git gide ümidi yitirmek oluyor. 



Bazen vazgeçmek gerekir. 
Bugün için.
______________________________________

Gather ye rose-buds while ye may, 
Old Time is still a-flying: 
And this same flower that smiles today, 
Tomorrow will be dying. 

Une Belle Histoire **

Hiçbir şeyin önemi yok sanki hayatta.. Hiçbir acının kalıcılığı, hiçbir değerin geçiciliği, hiçbir karanlığın sabahı..
"Mutlu son yoktur, mutlu olsa son olmazdı" demişler. Aynen öyle işte. Ne önemi var ki o zaman bir şeylerin. Değeri var belki, evet.. ama önemi yok. Öyle hissediyorum işte, nasıl anlatsam. Önemli olmasına bir sebep yok. Yada önemli kılmaya gerek yok. Önemli kılmadığımız bir şey neden değerli olsun o zaman değil mi ? Değil işte.. Öyle olmaz. Bir şeylere ne kadar önem verirsek, o denli değerini kaybediyor çünkü. O yüzden bırakalım değerli olsun, önemli değil. Herhangi bir şeye önemli sıfatını verdiğimizde, zamanla birlikte müthiş bir oyun hazırlıyorlar bize karşı. Hayatın cilvesi dedikleri şeyden. Önem değer grafiği işte. Ters orantı. Her neyse.. Bir insan mesela.. İnsana önem vermek mi yoksa değer vermek mi daha iyi ? Yada daha önemli ? "Önemli" !! İster istemez kullanıyoruz işte. Bir şeylere bu sıfatı biçmek zorunda kalıyoruz. Ama aslında hiçbir şeyin önemi yok. Hayatımızda önemli şeyler değil değerli şeyler olmalı. Değer vermek zaten birinci sınıf bir şey. E bide işin içinde saygı, sevgi olduktan sonra önemli olmasının hiç gereği yok. Önem vermek telaş gibi sanki. Zorunluluk gibi. Sanki "to do" listesinde "checked" olmayı bekleyen, zorla yapılan bir iş gibi. Ama değer öyle mi ? İçten geliyor, böyle kalbim en derinlerinden. Kelimeler bile böyle hissettiriyor bana.
Ama değer vermekte zor bu devirde, çok dikkatle yapılması gereken bir şey. Önem verdikçe değerini kaybeden şeyler olduğu gibi , değer verdikçe önemini kaybeden o kadar çok şey var ki.. Ama gizli gizli değer verebiliriz. Telaşsız bir şeydir o. Sıkmadan, sıkılmadan, kaybetmeden, kazanmadan. Sadece değer vermek önem vermeye oranla daha kolaydır. O yüzden onu seçmeyi uygun görüyorum ben. O yüzden daha doğru geliyor bu bana. Mavi bir telaşla önem vermeye çalışmak yerine, mavi ve telaşsız bir değer daha güzel. 
İnsanın kokusu hep aynı mı kalırmış, şaşırdım!

"Bana baktın mavi ve telaşsız. Sustuk. Başka bir yaşamda başka bir mutlu son. Biz bunu hak etmiştik. Hikayemiz orada bir yerde, hep benimle duracak. Dayanabilmemin tek yolu bu çünkü."


Bonus Şarkı : Une Belle Histoire 


25 Ocak 2012 Çarşamba

- En güzel günlerimin üç mel'un adamı var *


En güzel günlerimin üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye,en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını..
yer yer tırnaklarımla kazıdım hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var:
Biri sensin,biri o,biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...Yazıyorsun..Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,insanın bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar beraber geçmiş günlerimiz var; senin ve benim en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim ebediyete ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,kızlarının körpe etini satan bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:günde on kaat,bir çift rugan pabuç,sıcak bir döşek ve üç yüz papellik rahat için...
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var:
Biri sensin, Biri o, biri ötekisi...

Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım, Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz, düşman bile değiliz.. 



[Nazım Hikmet Ran]


Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını,
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..


_____________________________________________

heyhat' gel zaman git zaman...


Ben yine bende bittim.

Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni. 
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. 
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim. 
Tıkandığım o an, 
elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte, 
aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.

Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.

Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde. 

Demiştim sana hatırlarsan:
"Önemli olan
'zamana bırakmak' değil,
'zamanla bırakmamak'tır..."
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır.

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...



[Nazım Hikmet Ran] 


Nazım baba n'aptın sen ya !